ALÂEDDİN ÖZDENÖREN: YALNIZLIK BİR ADTIR

     Alâeddin Özdenören’in 1975’te “Güneş Donanması” adıyla Edebiyat Dergisi Yayınları’ndan çıkan kitabında yer alan bu şiirini ilk kez Edebiyat’ın Kasım 1971 sayısında okumuştum. O günkü ruh hâlimle örtüştüğünden mi, yoksa başka nedenlerden mi bilemiyorum, beni sarıp sarmalayan, belleğimde yer eden bir şiirdir: “Yalnızlık Bir Adtır”. Bu şiirle kurduğum ünsiyetin nedenini belki de en güzel, Behçet Necatigil’in şu dizeleri açıklar:

“kimi şiirler okunur
arkasında kendi ateşiniz varsa”

     Çünkü o yıllar, şiirde arayış içinde olduğum yıllardı. Bugünden baktığımda kendi şiirimin duygu ve anlam dünyasının, Alâeddin Özdenören şiiriyle birebir olmasa da büyük ölçüde örtüştüğünü söyleyebilirim. Yalınlık, yalnızlık, ıssızlık ve taşra içlenmesi... “Yalnızlık Bir Adtır”ı seçmemin birinci nedeni bu.

     İkincisi ise, Alâeddin Özdenören’in hemen hemen bütün şiirlerindeki ortak özelliği, hem söylem, hem de imgesel olarak bu şiirde görebileceğimiz kanaatimden dolayıdır.
“Ben artık bir kent yorgunu değilim
Kalbimin son durağı sanırım

     Kutsal yoksulluğuna bürülü bir köydür” dizeleriyle başlar şiir. Buradaki “yoksulluk” sözcüğünü “yalnızlık” olarak da değiştirebiliriz; çünkü, “yalnızlık” izleği, Alâeddin Özdenören’in bütün şiirlerini kapsayan temel bir izlektir bir bakıma. Bu “yalnızlık duygusunu” aynı kuşak şairlerinden
Cahit Zarifoğlu:

“- ah şu yalnızlık
Kemik gibi

     Ne yanına dönsen batar” dizeleriyle çok çarpıcı bir biçimde
somutlaştırır. Yine aynı şiirde “Dağlardan dev gibi yalnızlık iner” der, Alâeddin Özdenören. Yalnızlığın indiği yer genellikle köydür, kasabadır, taşradır.

     Şairin bütün şiirlerini topladığı 41 şiirden oluşan 95 sayfalık kitabında 23 dizede dile getirilen yalnızlık; kimi zaman bir sığınak, kimi zaman terk edilen bir kent, kimi zaman da tabiatın çoğalttığı, hatta büyüttüğü bir uzamdır. Bu uzama, onu tül gibi örten derin bir ıssızlığı da eklemek gerekir. Bu, şairin sığındığı “Buram buram yağan kar ıssızlığı”dır. “Karlı ve ıssız odalar”dır. Bu aynı zamanda “Bir köylü çarığı gibi derin” bir ıssızlıktır.

     Alâeddin Özdenören’in imgelem dünyasını oluşturan sözcük kadrosuna baktığımızda, bunların daha çok tabiata ilişkin olduklarını görürüz. Başta ırmak, dağ, ova, güneş, ay, gökyüzü, deniz, yağmur, rüzgâr, kar, bulut, ağaç, toprak, yıldız, at, koyun, geyik ve çiçek vs. Bu malzemenin tümü en tabii hâlleriyle, yaratanın belirlediği bir düzeni, uyumlu bir bütünlüğü ve işleyişi ortaya koyar. Şair, insanı da fıtratın gereği olarak bu işleyişin ve düzenin bir parçası gibi görür. Şair, kendi duyuşundan çok, bu bütünlüğün, bu insicamın onda bıraktığı etkiyi şiirleştirir. Bu, tabiata dıştan bir bakışın değil, onunla hemhâl oluşun bir ifadesidir. Thomas Bernhard bir şiirinde:

“ Ağaç yok
Seni anlayacak,
Orman yok,
Nehir yok” der.

     Bir şeyi anlayacaksak, anlamlandıracaksak, o şeyi bütünün içinde görmemiz ve bütünün içinde ele almamız gerekir. Alâeddin Özdenören şiirinin ufku, böyle bir ufuktur.

     “Devlet ve İnsan” adlı kitabının “Tabiat ve Tarih” başlıklı bölümünde Hardenberg’e atıf yaparak şunları der:

     “Tabiat dilsizdir ama kendisine bakmayı bilen insana çok şeyler söyler. Tabiat şiir doludur, kutsî ve mucizevî varlıklardan oluşmuştur. (...) İlmî zihniyetin bilgi iştiyakının, deney ve tecrübenin sürekli araştırmalarının elde edemediği şey, saf tabiat bilgisiyle dolu bir şaire hediye olarak verilir. Şair, tabiatın derunî musiki- sini duyar, sembollerinin dilini anlar ve zeka, espri ve fanteziye sahip olduğunu bilir.” Tabiata ilişkin bu mülahazaların, aynı zamanda Alâeddin Özdenören şiirinin dayandığı felsefi temeli de belirlediğini söyleyebiliriz.

     Alâeddin Özdenören şiirinin bir başka boyutu, diyebiliriz ki en güncel boyutu, moderniteye karşı duruşudur. Şiirlerinin tümünde geçen “kent” sözcüğü -sadece bir şiirinde şehir sözcüğünü kullanır şair- modernitenin imgesel düzlemdeki karşılığıdır. Oysa “şehir” sözcüğü, çağrışımsal olarak da içinde geleneği barındıran, onu yaşatan, onu taşıyan bir yaşam alanını imler. Böyle bir algıya zorlar bizi. Şairin, “Uygun Değilim” adlı şiirinde “şehir” sözcüğü geçen dize şöyle: “Çok kayıp şehirlerden geçtim.” Şehri kaybettiren, onu bozan, kendine benzeten, yani kentleştiren, şaire göre, modernitenin ta kendisidir.

     Moderniteyi imleyen kent olgusu, Özdenören’in şiirinde, Batı tarzı bir yaşamın dayatıldığı “melon şapkalı bir takım adamlar”ın hüküm sürdüğü mekân olarak belirir. Dayatma yaşam biçimi öyle baskın ki, kentin asıl sahiplerini muhacir durumuna düşürür. Bu insanlar, sahip oldukları aslî değerlerle kendilerine birer emniyet alanı oluştururlar; horlanma, dışlanma, yalnızlaşma pahasına da olsa... Şair bu durumu: “Emniyet alınmış yalnızlığıyla” şeklinde ifade eder. Ardında:

“Gülüm gülüm
Bu kentin koynuna girdiğimden beri
Cebimde ölümüm
Avuç avuç dağıtırım insanlara
Bir türlü tükenmez ölümüm.”

der ve bunun “Vitrin denizlerine zincirlenmiş çocukların” kulağına küpe olmasını ister. Çünkü kent, dize getirilmelidir. Ve sorar sonra:

“Diyorum ki kenditn ipleri kimin elinde
Diyorsun elleri olmayanların elinde”
Onu dize getirmenin yolu tabiata dönmektir. Bu:
“Yumuşak bir geçit olur kentlerden kırlara
Tarihi yonta yonta
Ve tarihin yontarak”

     Edebiyatımızda tabiata dönüş arzusu bazı Servet-i Fünûn şairlerinde de görülür. Onlar da İstanbul’u terk etmek isterler. Onların bu arzusu, bireysel bir arzudan ibarettir. Tabiatın koynunda bütün baskılardan, korkulardan âzâde, âsûde bir ömür geçirmek isterler. Oysa, Alâeddin Özdenören’in tabiata yönelişi toplumsal bir muhalefeti ve bu muhalefetin dönüştürücülüğünü ihtiva eder. Çünkü modernite henüz taşrayı kuşatmamıştır, onu bozmamıştır. Şairin, moderniteye karşı göstereceği direnci oluşturacak değerler yalnızca taşrada mevcuttur.

     Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergileri çevresinde yetişen şair ve yazarların en belirgin ortak özellikleri “yerliliktir”. Edebiyat dergisi, bu “yerlilik” kavramına “yerli düşünce” diyerek daha bir derinlik kazandırır. Bir uygarlık savunması olarak benimsenen bu görüş, halkın tarihi birikimine ve değerlerine sahip çıkmayı öngörür. Söz konusu tarihi birikimin temelini de dini değerler oluşturur. Batı düşüncesinin bir evrimi olan modernitenin, Tanzimat’la, önce toplumsal bir proje ardından da siyasal bir proje olarak hayata geçirilmesiyle birlikte, “yerlilik” ve “yabancılaşma” kavramları da edebiyatımızın temel konuları arasına girer.

     Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat çevresi şair ve yazarları Batıcılığı da, onun bir türevi olan Marksizm’i de, Kapitalizm’i de, Emperyalizm’i de söz konusu kavramlardan hareketle
eleştirirler. Bu eleştirel bakış ve duruş, onları Toplumcu- Gerçekçi diye adlandırılan edebî anlayışla, dünya görüşleri farklı olmasına karşın, söylem noktasında buluşturur çoğu zaman. Tam da bu noktada Alâeddin Özdenören şiirinin, kendi kuşağı şairlerin şiirlerinden farklı özelliklerle tebarüz ettiğini söyleyebiliriz. Öncelikle sloganvari söyleyişten hep kaçınmıştır Özdenören. Şiirin estetik bütünlüğüne özen göstermiştir. Kendi kuşağı şairlerden, örneğin M. Akif İnan ya da Erdem Bayazıt’tan çok Cahit Zarifoğlu’na daha yakındır. Gerçi, Cahit Zarifoğlu dili zorlar, hatta bozar onu. Oysa Özdenören, Türkçenin doğal dizgesine bağlı kalır. O dönemde tedavülde olan Toplumcu-Gerçekçi şiire değil, İkinci Yeni şiirine daha yakındır, ama bu şiirdeki ne erotizme, ne humora, ne de dil oyunlarına itibar eder. Onun şiiri “Ekin diplerinde kayan su gibi” arı, duru ve liriktir. Sözgelimi, Erdem Bayazıt’ın şiiri ne denli ses tonu yüksek bir şiirse, Özdenören’in şiiri o ölçüde ses tonu düşük bir şiirdir.

     Evlat acısı anne-baba için acıların en büyüğüdür elbette. Alâeddin Özdenören’in trafik kazasında kaybettiği oğlu Kerem için yazdığı şiirler, bu acının ne yakıcı ve ne derin bir acı olduğunun en somut örnekleridir. Şairin, şiir toplamına baktığımızda en şahsileştiği şiirler, oğlu Kerem için yazdığı ağıt niteliğindeki şiirlerdir. Bu şiirlerden birini alıyorum buraya:

Kerem’in Çantası

“Senin çantanın oğlum
Bir gözünde gülücüklerin vardı
Ağlayan Çocukların yanaklarına yapıştırırdın
Bir gözünde defterin vardı
Ki her yaprağında
Yıldız gibi çırpınırdı minik kalbin
Bir gözünde üzüntülerin vardı
Saklardın
Bir gözüne de kuşlar yuva yapmıştı
Kulpundansa Keremcik
Kedercikler sızardı
Çantan ne ağır çantaydı”

     Alâeddin Özdenören’in şiirlerini yayınlamaya başladığı 60’lı, 70’li yıllar Türkiye’nin en çalkantılı dönemidir. İdeolojik asabiyetlerin yer yer estetikten ödün verdiren ortamında o, şiirin özgül yapısından sapmadan, kendine özgü bir söyleyişi ortaya koyabilmiş özgün şairlerden biridir. Ne yazık ki, Özdenören’in şiiri üzerinde çok fazla durulmamıştır. Hep kıyıda köşede kalmış, göz ardı edilmiş bir şiirdir. Bu yüzden de özellikle 80 sonrası şairlerin onun şiirini tanıdıklarını, ondan beslendiklerini söylemek çok zor. Oysa, özellikle genç şairlere şiir ufku verebilecek, dil beğenisi kazandırabilecek bir şiirdir Alâeddin Özdenören’in şiiri.