CEMİL ÇİFTÇİ

BU TÜRKÜ, BİZİM TÜRKÜMÜZ

    Aynı topraklarda, aynı mekânlarda yaşayan farklı grup ve düşüncelere sahip insanların kültürüyle, âdetiyle, an’anesiyle, yaşama biçimiyle birbirinden etkilenmelerini inkar etmek, bu durumu garip karşılamak mümkün değildir. Farklı grup ve düşünceye sahip olan bu insanların müşterek noktalarda birbirine yaklaştıkları, aynı düşünceleri paylaştıkları da yadırganmamalıdır.
 
    Olaya bu açıdan baktığımızda aynı mekanı paylaştığımız Ermenilerle bizim aramızda kültürel bir ilişkinin doğmuş olduğunu söyleyebiliriz. Bu ilişki, aynı dili konuşan iki insanın düşünce ve duygularını aktarmalarından kaynaklanmıştır. Konuşurken ve yazarken bu ilişkiler devam etmiştir. Yazıya aktarılan ürünlerde şekli benzerlikler de kendisini korumuştur. Türkçe yazan Ermeni Âşugların şiirleriyle bizim âşıkların şiirleri arasındaki bu şekli benzerlik aynen devam etmiştir. Şekli benzerlikle kalmamışlar, aynı mazmunları, aynı mecazları da kullanarak birbirlerinden etkilenmişlerdir.

    Ermeni araştırmacıları, tarafgirliklerini gizleyemezler. Ermeni Âşuglarının Arap ve Fars Edebiyatından etkilendiklerini zikrederek Türk Edebiyatı’nın adını bile anmazlar. Bazı Türk Âşıklarının şiirlerini de Ermeni Âşuglarına mal etmekten çekinmezler. Amacımız araştırmacıların bu düşüncelerinin ne derece sıhhatli olduğunu tartışmak değildir. Merak edenlerin, Ord. Prof. Dr. M. Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatı’nın Ermeni Edebiyatı’na Tesiri” adlı makalesini okumalarını tavsiye ederiz. Bu makalede gerçeğin bütün çıplaklığıyla ortaya serildiğini göreceklerdir.

    Amacımız, Türk Edebiyatı ile Ermeni Edebiyatı’nın hangisinin etkili olduğu, hatta hangisinin hangisine etki ettiği konusu da değildir. Amacımız, Kahramanmaraşlı Hezari’nin şiirinin bir ermeni Âşug’una mal edilme gayretine dikkat çekmektir.

    Mehmet Bayrak’ın “Alevi-Bektaşi Edebiyatı’nda Ermeni Âşıkları” (Özge Yayınları, Ankara 2005, s. 334) adlı eserinde Aşık Haşeri adlı bir şairden söz edilir. “Asıl adı Haşer Balyan olan Haşeri, Maraşlı 19. yüzyıl âşıklarındandır” ifadesine yer verilir. Âşık Haşeri’nin Maraşlı olmasına bir itirazımız olmadığı gibi, verilen bu bilgiye de itirazımız yoktur. Yazarın, “Maraşlı Ermeni âşıkları üzerinde yoğunlaşan K. Kalustyan, onun doğanın güzelliklerini öven âşıklardan biri olduğunu söyler” ifadesini de yadırgamadık. Mehmet Bayrak, “Amiryan, onun şiirlerinin bir zamanlar Türk çevrelerinde bir hayli yaygın olduğu kanısını taşımakta ve şu örneği vermektedir” der. Haşeri’nin şiirlerinin Türk çevrelerinde bilinmesi, yaygın olarak söylenmesi de bizi rahatsız etmez. Bizi rahatsız eden Amiryan’ın, “Onun (Haşeri’nin, vurgu bana ait, C. Çiftçi) ‘Tekrar geldi ilkbaharın tatlı ayları’ girişli dört dörtlüklü koşmasının iki dörtlüğü TRT tarafından ‘İlkbahar Şarkıları’ programı çerçevesinde 20 Nisan 1980 tarihinde yayımlanmış, fakat âşığın ismi ve milliyeti söylenmemiştir” biçimindeki tespitidir.

    Haşeri hakkında verilen bu bilgilerden sonra Maraşlı Hezari’nin kimliğini tespit etmekte yarar vardır sanırım. Hezari hakkında edinebildiğimiz ilk bilgi, Sadeddin Nüzhet Ergun’dan gelmektedir. S. N. Ergun,“Halk Edebiyatı Antolojisi” (İstanbul 1938, s. 131) adlı eserinde Hezari ile ilgili bilgi sunar. Şairin kimliğiyle ve sanatıyla ilgili şu bilgilere yer verir: “19. Asrın son yarısında Anadolu’da büyük bir şöhret kazanan saz şairlerinden biri de Maraşlı Hezari’dir. Bugün deyişleri toplu bir hâlde bulunmayan bu âşığın elimizde bir manzumesi bulunuyor. Fakat bu manzume bile onun ne kadar kuvvetli bir halk şairi olduğunu göstermeğe kafidir.” Ergun, bu tespitiyle birlikte elinde bulan manzumeyi aktarır. İlk mısrası “İşte geldi ilkbaharın ayları” sözcüklerinden oluşmakta olan manzume dört kıt’adır.

    Mehmed Fuad Köprülü, Saz Şairleri (19. Yüzyıl) adlı eserinde Maraşlı Hezari’nin adını anar, şairin “Hak inayet etti, terahhum kıldı” mısrasıyla başlayan 4 kıt’alık başka bir şiirini yayımlar.

    Demokrasiye Hizmet gazetesi 5 Şubat 1955 tarihinde “Bir dilber severim sana nisbeten” mısrasıyla başlayan üç kıt’alık bir şiirini yayımlar. Celaleddin Çoğalan “Her Yönüyle Maraş” (İstanbul 1969, s. 78) adlı eserinde S. N. Ergun”un sözünü ettiği şiiri yayımlar. Aynı şiir, M. Celaleddin Çoğalan’ın adı geçen eserinin 3. baskısında da (İstanbul 1982) yayımlanır. Bu baskının 97-98. sayfalarında “Seher yeli bizim ele uğrarsan” mısrasıyla başlayan 4 kıt’alık başka bir şiiri de yayımlanır. Kahramanmaraş Yıllığı’nda da (1973, s. 197) “Seher yeli bizim ele uğrarsan” mısrasıyla başlayan 4 kıt’alık şiiri yayımlanır. Aynı yıllığın 218. sayfasında “Bir dilber severim sana nisbeten” mısrasıyla başlayan şiirine de yer verilir. Kahramanmaraş Yıllığı’nın 197. sayfasında yayımlanan bu şiir, Besim Atalay’ın “Maraş Tarihi ve Coğrafyası” (İstanbul 1339, s. 114-115) adlı eserinde Türküler bölümünde yayımlanmış, şairin mahlası belirtilmemiştir.

    Yurt Ansiklopedisi’nde (İstanbul 1982-83, c. 8, s. 5729) şairin adı anılır, 19. yüzyılda yaşadığı vurgulanır, S. N. Ergun’un sunduğu şiirin ilk ve son kıtaları yayımlanır. Bekir Sami Bayazıt’ın, M. Celaleddin “Kahramanmaraş’ta Bayazıtoğulları” (Kahramanmaraş 1998, s. 72-73) adlı eserinde de, S. N. Ergun’un kaydettiği şiir yayımlanır.

    “Şu yalan dünyaya geldim geleli” mısrasıyla başlayan ve üç kıt’adan oluşan 5. şiirin kaynağı dalgınlığımın kurbanı olmuş, nereden alındığı not edilmemiştir. Bu şiirde, şairin mahlası zikredilmemektedir. Bu nedenle, şiirin eksik olduğu kanaatındayım. Aynı şiir, Besim Atalay’ın eserinin 108. sayfasında “Bayazıtlı Süleyman Paşa’nın Türküsü” başlığıyla sunulmuştur, burada da mahlas belirtilmemiştir.

    Sunduğumuz bilgiler ışığında ortaya çıkan gerçek şudur: 19. yüzyılda Maraşlı Hezari adında bir şair yaşamıştır. Bu şairin varlığı ve yaşadığı konusu inkarı mümkün olmayan bir gerçektir. Galip ihtimale göre Bayazıtlı Süleyman Paşa’nın şairidir. Süleyman Paşa, 1840 yılında vefat ettiğine göre, şairin bu tarihlerde ve daha sonraki tarihlerde yaşamış olması mümkündür.

    Hezari hakkında edinebildiğimiz bilgileri aktardım. Bunlara ek olarak şairin yayımlanmış beş şiirinin varlığını belirttim. Bunlar, benim tespit edebildiğim bilgiler. Farklı kaynaklarda Hezari ile ilgili farklı bilgilerin, farklı şiirlerin bulunduğuna ve bulunacağına inanıyorum.

    Bekir Sami Bayazıt, Süleyman ve Ahmet Paşa’nın şairlere iltifat ettiğini belirtir. Bu paşaların döneminde Şazi, Şirazi ve Hezari adlı üç meşhur şairden sözeder. Hezari’nin “Gene geldi yazbaharın ayları” türküsünün halen Maraş çevresinde, kasaba ve köylerinde söylendiğini ifade eder.

    Bu türkü, kaynaklarda bazı farklılıklarla nakledilir. Bu farklılık şiirin tamamında değil, bazı kelimelerinde görülür. Elimizdeki bu koşma S. N. Ergun’un, Bekir Sami Bayazıt’ın, M. Celalettin Çoğalan’ın eserlerinde kayıtlıdır. Bu zatlar, bu koşmayı değişik kaynaklardan aktarabilirler. Bu kaynaklar yazılı olduğu gibi sözlü de olabilirler. Bu farklılıklar hattatların, nakilcilerin yaptığı yanlışlıktan kaynaklandığı gibi bu zatlardan da kaynaklanabilir. Bu farklılıklara kısaca değinmekte yarar vardır sanırım.

    Aşağıya kaydettiğimiz şiiri M. Celalettin Çoğalan’ın eserinden aktardık.
Farklılıklara da kısaca değiniyoruz. Bu farklılıkları şöylece sıralıyoruz: Şiirin ilk mısrası S.N. Ergun’un eserinde “İşte geldi ilkbaharın ayları” biçiminde, Bekir Sami Bayazıt’ın eserinde “Gene geldi yazbaharın ayları” biçiminde kayıtlıdır. Üçüncü mısra Ergun’un eserinde “Karı gitmiş mor sünbüllü dağları” biçimindedir. B. Sami Bayazıt’ta “Karı kalkmış mor sünbüllü bağların” biçiminde kayıtlıdır.

    Şiirin ikinci dörtlüğünün ikinci mısrası S. N. Ergun’un eserinde “Sarhoş olup çakır keyfler yetince” biçiminde kayıtlıdır. Üçüncü mısradaki “Kamalağın” kelimesi, Ergun’un eserinde “Kamaların” biçiminde yazılmıştır, yanlıştır. Dördüncü mısrayı hem Ergun, hem de Bayazıt “Silahları çözmek ister gönlümüz” biçiminde kaydetmişlerdir.

    Üçüncü dörtlüğün ilk mısrasını S. N. Ergun, “Düzgün ahbap tel alışkın saz ile” biçiminde kaydetmiştir. Bekir Sami Bayazıt, mısra sonlarındaki “saz ile, köz ile, naz ile” sözcüklerini “sazınan, közünen, nazınan” biçiminde kaydetmiştir.

    S. N. Ergun, dördüncü dörtlüğün ilk mısrasını “Hezari der bu dünyada n’olmalı”, aynı dörtlüğün üçüncü mısrasını “Sarılacak bir de yavru bulmalı”, son mısrasını “Düşman bağrın ezmek ister gönlümüz” biçiminde kaydeder. B. S. Bayazıt da dörtlüğün son mısrasını “Düşman bağrın ezmek ister gönlümüz” biçiminde kaydeder.

    Tezkirelerin halk şairleri hakkında bilgi vermemesi nedeniyle Hezari hakkında daha fazla bilgi edinemedik. Hezari’ye ait olduğu kuşku götürmeyen, 170-200 yıldan bugüne değin Maraş çevresinde söylenen “Yine geldi yazbaharın ayları” türküsü, Maraşlı Haşeri adlı bir Ermeni şaire mal edilmektedir.

    Ermeni Edebiyatı araştırmacısı Amiryan, “Tekrar geldi İlkbaharın tatlı ayları” mısrasıyla başlayan şiiri Haşeri’ye isnad ederken hiçbir delil ve dayanağa başvurmaz. “Ben böyle istiyorum” mantığıyla hareket eder. Bu mantık, şiirin Haşeri’ye ait olduğunu kanıtlamaz, onun bu yargısı ilim çevresince kabul edilmez.
Şiiri, şekil bakımından incelediğimizde zaman Amiryan’ın bütün kuralları değiştirdiğini görürüz. Türk Edebiyatı’ndaki koşmalar genellikle 11 hece ile yazılır. Amiryan’ın “Yine geldi ilkbaharın tatlı ayları” biçiminde sunduğu mısra 11 heceden değil, 13 heceden oluşmaktadır. Bu da gerçeklere ve ilmi verilere ters düşmektedir.

    Amiryan’a göre şiirin “iki dörtlüğü TRT tarafından ‘İlkbahar Şarkıları’ programı çerçevesinde 20 Nisan 1980 tarihinde yayımlanmış, fakat âşığın ismi ve milliyeti söylenmemiştir.” Eğer, Amiryan, bu bilgiye dayanarak şiiri Haşeri’ye isnad ediyorsa, böyle bir isnadın hiçbir mantığı yoktur. TRT proğramına alınması ve yayımlanması da şiirin Haşeri’ye ait olduğunu gerektirmez. Şiirin kime ait olduğu, şairin milliyeti TRT tarafından belirtilmezken Amiryan’ın böyle bir iddia sergilemesine ne demeli.

    Buraya kadar verdiğimiz bilgiler ışığında Amiryan’ın hiçbir dayanak noktası yoktur. Bekir Sami Bayazıt’ın, M. C. Çoğalan’ın şairin adını “Hazeri” biçiminde anmaları Amiryan’ı cesaretlendirmiş olabilir. Hazeri ismiyle, Haşeri ismi arasında bir benzerlik ve yakınlık bulabilir. Bu yakınlık ve benzerlik sebebiyle şiiri Haşeri’ye mal edebilir.

    Divan şairleri Edâyi, Bekâyi, Bahâri, Behâyi, Beyâni, Cemâli, Cenâbi, Hayâti, Hazâni, Zekâyi, Selâmi, Revâni, Makâli, Atâyi gibi mahlaslar kullanmaktadırlar. Saz şairleri de Gedâyi, Devâmi, Kemâli, Cemâli gibi mahlaslar kullanmışlardır. Hazeri, Haşeri gibi mahlaslar kullanmamışlardır. Hezari kelimesi, halkın dilinde Hazeri biçimine dönüşmüş olabilir. Bayazıt’la Çoğalan da mahalli lisanla söylenen Hazeri biçimini esas almış olabilirler. Amiryan da Hazeri ve Haşeri kelimeleri arasındaki benzerlikten faydalanarak“fırsat bu fırsattır’ mantığıyla Hezari’nin şiirini Haşeri’ye mal etmeye çalışabilir.

    Amiryan, ne yapmak isterse yapsın. Bu şiir, bizim şiirimiz, bu türkü, bizim türkümüzdür. Bu miras, bizim mirasımızdır. Özelde Maraşlıların, genelde de Türk ulusunun miraslarına sahip çıkmaları gerekmektedir. Hezari’nin, yıllardır türkü formunda söylenen bu koşmasını aynen aktarıyoruz.

Yine geldi yazbaharın ayları
Yare mektup yazmak ister gönlümüz
Karı kalkmış mor sünbüllü dağları
Şikar için gezmek ister gönlümüz

Nişan alıp boy tüfekler ötünce
Ne hoş olur çakır keyfler yetince
Kamalağın gölgesinde yatınca
Silahları çatmak ister gönlümüz

Uygun ahbap tel alışkın saz ile
Nargileler yansın mercan köz ile
Saki gerek mey doldura naz ile
Badeleri süzmek ister gönlümüz

Hezari der şu dünyada n’olmalı
Gam dağıtıp oynamalı, gülmeli
Bir de sarılacak yavru bulmalı
Canı cana katmak ister gönlümüz.

(M. C. Çoğalan, Her Yönüyle Maraş)