FATİH-HARBİYE’DE ESKİ VE YENİ

EMİN YAĞMUR   

     Fatih-Harbiye, yeninin ve eskinin sancılarının yankılandığı karakterleriyle, büyüleyici bir sohbete eşlik ettiren taş plak edasında bir roman… Birbirine tutkuyla bağlı olan iki aşkın iki sevincin, Şinasi ve Neriman’ın kıyaslı hikâyesini konu alan Fatih-Harbiye gerek anlatımıyla olsun gerek de diliyle okuyucusunu büyük bir zevkle dolaştırıyor sayfaların arasında. Ansızın, mekânsız bir halde cereyan eden Neriman’ın duyguları babası Faiz Bey ve Şinasi’yi tamamen sarsmakta ve içinde bulunduğu âna kadar olan her şeyi tozlu raflara bırakmayı arzulayan, isteklerinin cazibesine itmektedir. Tüm bu değişimin ucundaki Neriman, Macit’le tanıştığından beridir zıt duyguların rüzgârında takatsiz ve ne yana meyledeceğini bilemeden sallanmaktadır. “Genç kız iki ayrı medeniyetin zıt telkinleri arasında, gizli bir deruni mücadele geçiriyordu.” Macit’le Şinasi Neriman’ın nezdinde, birbirine tamamıyla yabancı iki medeniyeti teşkil ediyordu. Neriman Batı medeniyetine duyduğu hayranlıkla yaşadığı ortamın sergüzeşt’liği arasında gidip geliyor, Bir yanda evleneceği ve kendine ilelebet çağdaş olmayan bir düzene hapsedeceğine inandığı Şinasi, diğer yanda da hiç tanımadığı ama cazibesinin kendini sefaya çağırdığı, hareketleriyle, giyim kuşamıyla tamamen Batı medeniyetinin öncülüğünü yapan Macit. Şinasi’yi oğlu gibi seven Faiz Bey de kızının iç dünyasındaki bu buhranlı havayı hissediyor, çok sevdiği kızı ve Şinasi adına akli kararlar almaya çalışıyor. Neriman’ın önünde seçmesi gereken yollar, heybesinde ise onu bir türlü yola çıkaramayan mazi, tamamen çepeçevre sarmış vaziyette onu takip etmektedir. Ayrıca Şinasi, Neriman ve Faiz Bey’in iç dünyaları da zarif bir kapsayıcılıkla anlatılmış. Romanda Türk ve Batı musikisinin de karşılıklı tartışması ayrıntılı bir biçimde ele alınmış. Cumhuriyet tarihinin çalkantılı zamanlarını da kapsayan roman aynı zamanda insanların arasındaki garp ve şark çekişmelerinin alevini de gün yüzüne çıkarıyor. Sessizce diyalogları kuran Peyami Safa, âdeta tasvirin serlevhasını yazmış romanında. Her karakter kendini film şeridinde seyrettiriyor gibi usta bir anlatımla aktarılmış okuyucuya. Heyecan hiç kopmamakta ve anlık değişimlerle okuyucu şevkle daha da bağlanıyor kitaba. Sözlerime son verirken, Romanı bitirdiğimde kendimi bunu söylemekten alıkoyamadığım ve tüm hikâyeyi kapsadığına inandığım, Mehmet Âkif Ersoy’un muhteşem dizesini de buraya yazmadan edemeyeceğim: “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar.”