MEHMET’İN AĞIDI

    Bözhüyük kasabamız halkından Cakcak Reşit’in tek evladı, canbağı olan altı kızdan sonra bulduğu oğlan evladını kaybettiği için ciğeri yanar. Reşit Sakca oğlu Mehmet ölünce şöyle bir ağıt söyler:

Ne diyi geciktin bacım
Ölüyom Mehmet’in için
Açın bir dahi görüyüm
Allah rızası için

Sünnet düğünü mü gurdun
Okuntu mu saldın bana
Eksik dilekler dileme
Gardaş canım gadan ala

Aman tahtaya goman
Bindirin beni gırıma
Malım meresçiye galdı
Mehmet gurbanım canına

Acı acı kişniyordum
Yenildin mi, çer alasıca
Sandıktan lira yitirdi
Darıldın mı kör olasıca

Bıyıklı ölen bebeklerin
Hepsi birbirinden güzel
Halakaya çerçi gelmiş
Mehmet’ime olmuş nazar

Aman Mehmet’im Mehmet’im
Öleceğimi hiç bilmedim
Arkam sıra ağladın da
Birken dönüp de almadım

Soyka kalasıca ekin
Vardım tırpan işlemedi
Dört yanın dolaştım da
Bir yandan başlamadım

Varsam da Veli’ye desem
Ali’sini verir m’ola
İnekten kurban adasam
Mehmet geri gelir m’ola

Gadanı alım emmimoğlu
Öküzümü gütürün mü
Uşaklar gatmam deyince
Darıldın da gattırın mı ?
 
 
 
 
BEBEĞİN AĞIDI

    Bir Aydınlı gelini yaylaya göçerken bebeğin, beşiğini devenin üzerine bağlar. Yolda giderken beşik, çam ağacına takılıp kalır. Eskiden Gelinler baba ve atasına sesli konuşamazlarmış. Bu, onlara gösterdiği bir saygı belirtisi sayılırmış. Böyle olunca kayınına beşiğin takıldığını söyleyemez. Yurda konduktan sonra gelir alırım der. Fakat geri geldiğinde Bebeğini karakuşların yediğini görür ve bu ağıtı yakar:

Harmancık’ın kayaları
Çan dövüyor mayaları
Berk mi değeli ağ bebeğim
Karakuşun soyaları

Deve de deveden yüce
Deveyi yükledim gece
Diyernedirn ağ bebeğim
Yurda varıp gonmayınca

Yanık yerde söğüt bitmez
Biter amma ışığım atmaz
Mevla’m gine verir amma
Ağ bebeğin yerini tutmaz

Deveyi deveye çattım
Dizginini üstüne attım
Ben ağamdan hicap ettim
Yoklamadım ağ bebeğim

Yekin kara löküm yekin
Dal geldi beşiğim sakın
Yayla yırak Göksun yakın
Ora göçek ağ bebeğim

Almalı’da çıktım yayan
Dayan hey dizlerim dayan
Şimdi emmin dayın gelir
Kimi atlı kimi yayan

Bebeğin beşiği çamdan
Yuvarlandı düştü damdan
Şimdi emmin dayın gelir
Kimi Urum’dan kimi Şam’dan
 
 
 
 
CÜCÜ ALİ’NİN AĞIDI

    Cücü Ali Mehmet, Geben’den nişanlanır. Nişanlıyken ölür. Anası Şerife söyler:

Belin başı bayır m’ola
Çıksam ayam gayar mı m’ola
Ben Geben’e gediciyim
Abdurrahman koyar m’ola

Belin başı düz mü ola
Ötüşenler gaz mı ola
Ağa Mehmet’in nişanlısı
Mor belikli gız mı m’ola

Yol üstünde gara yılan
Sıçıra boynuma dolan
Geben’e samen gidici
Kimi atlı kimi yayan.
 
 
 
 
BEYAZIT’IN AĞIDI

    Bozüyük kasabamız halkından Arık Hasan oğlu Beyazıt'ın ağıtı. Beyazıt, 1940 doğumludur. Babası ölmüş annesi büyütmüştür. Çobanlık yapıp geçinir. Askerden geldikten sonra Memili Ağa'nın torunu Omar’ın kızı Şemsi ile evlenir. Beyazıt, 1972 yılında menenjit hastalığına yakalanır, doktor doktor gezer, çaresini bulamaz, en son Kayseri'ye götürürler, kurtulmaz 1974 yılında ölür. Amcasının hanımı, yani yengesi Hatice, kardeşinin oğluna bir ağıt söyler:

Gadan alam İsmail
Bir daha göster yüzünğ
Bir korkum var komşular
Omar çıkarır kızını

Şimdi oradan geldim
Kitli sefilin kapısı
Çiftler haber saldım
Duyarsa gelir hepisi

Amanınız beni öldürün
Bunun da ardında kaldım
Uşaklar da bakamamış
Deli diye tez bildirin

Ellaham Beyazıt ölük
Bakın feleğin işine
Mevlit’i kurban ettim
Altın takılı dişine

Gömbecede davar güder
Daşdan ederdi yastığı
Sefil gadanı alayım
Kim ne dese ora gider

Nere gitti Hacı İsmail
Söylen de yanıma gelsin
Buna canlar dayanır mı
Mevlit senin gadan alsın.
 
 
 
 
UZUN MEHMET’İN AĞIDI

    Bozhüyük kasabamız halkından Abdullah’ın oğlu Uzun Mehmet’in ağıdı. Uzun Mehmet babyiğit bir güreşçidir. Geçimini çiftçilike sağlamaktadır. Evleri köyün dışında, Çukur adlı mevkidedir. İki kardeşlerdir. Uzun Mehmet beş oğlan, üç kız sekiz çocuk babasıdır. Hastalanır ve ölür. Öldüğünde  kardeşinin oğlu Abdullah, İsmail amcası Uzun Mehmet’e şöyle bir ağıt söyler.

Biz oğluna düğün kurduk
Okuntusu dağılıyor
Şöyle döndüm baktım idi
Köyde tellal çağrılıyor

Evde yalınız kalınca
Bülbül olur ben öterim
Merak etme aslan emmim
Hakk’ına mektup atarım

Ağlarım eller ağlarım
Üstüme devrildi dağlar
Böyleydi aslan emmim
Kölgesinde adam eyler

Emmim kurbanım canına
Dolanır varrım yanına
Yiğit idi aslan emmim
Burhan’ı şahit üstüne
 
 
 
 
CİRİT ALİ’NİN AĞIDI

    Cirit Ali emmisiyle bir ağız kavgası sonucu kürekle vurulunca ölür.

Gün gedikten yayışıyor
Teşt elime dolaşıyor
Yekim İnce Ali’m yekin
Kuzuların meleşiyor

Gapısında çatal direk
İçinden düşmüş yürek
Mahkemede dolanıyor
Ucu kanlı demir kürek

Geri durun ben vurayım
Açın yüzünü göreyim
Anamın hali perişan
Gardaşa haber salayım.
 
 
 
 
RAMAZAN İLE KISMET’İN AĞIDI

    Bozhüyük kasabamız halkından bu iki delikanlı beş yıl ara ile vefat eder. Birisini elektrik çarpar, diğerini de sondaj vururken, Sarız’ın İnce Mağara’da motorun vitesi koluna düşer, ölür. 1991 yılında kardeşleri Ahmet şöyle bir ağıt söyler:

Acele asker eyledim
Haşlığını koyamadım
Gınaman bacılar beni
Çiftelere doyamadım

Ayranlık’ta bayrak kalkmış
Okuntuyu elden aldık
Canım gurban babam oğlu
Ağır sameninen geldik

Başçavuştan selam geldi
Teskiresi nakıt doldı
Canım gurban babam oğlu
Ekmeği yemeden öldü

Yol üstüne bir ev yapmış
Güvercin kondu başına
İlahe gurban oluyum
Böründe yatan eşine

Yandım Kara Ahmet’im yandım
Goyun ikindine döndü
Gurban olayım babam oğlu
Ağıt sameinen geldi.
 
 
 
 
MEMİLİ’NİN AĞIDI

    Köyümüzde eskiden düğünlerimiz silahsız olmazdı. Herkeste bir tabanca bulunurdu. Eski toplu tabanca; barabelle, belçika, sifer, ondörtlü buna benzer eski tabancalarla düğünlerde silah atarlardı. Kır Ali’nin oğlunun düğününde kızlar halay çekerken Mulla Yusuf Mennen silah atarken kurşun,  Memili’nin kafasına isabet eder. Memili olay yerinde ölür. Anası Esme Hanım şöyle bir ağıt söyler:

Endim Goksun’un düzüne
Sızılar indi dizime
Kara toprak doldu m’ola
Memili’nin ela gözüne

Teneşire yatırdılar
A gövdesi bölük bölük
Kele benim canım yok mu
Şapkasının ardı delik

Getirde yanaştırak
Hangımızın oğlu güzel
Gartal oyunu oynaşta
Söylemişler değmiş nazar

Aman benim düşmanım yok
Söylediler değdi nazar
Elbisesin kaldırayım
Benim oğlum nasıl güzel
 
 
 
 
AVCI ALCIOĞLU İBRAHİM’İN AĞIDI

     Değirmendere kasabamızdan Alcıoğlu İbrahim 1938 yılında bir grup avcı ile Yaylacık mevkiisine ayı avına gider. Kendisi en yiğit avcı olduğu için, ayı inine girer. Ancak ayı kendisine saldırınca yardım ister. Arkadaşları ayıya sıkar ama Alcıoğlu vurulur. Değirmendere’nin çok sevilen, çok yiğit bu evladına ağıtlar yakılır. Şu an da onun adı İbrahim lakabı Avcı’dır. Onun adı Değirmendere, Göksun, Maraş ve Tufanbeyli yöresinde pek çok kişiye isim olarak verilmiştir.

Üce kaldırın salını
Gelsin görünü görünü
Eğer buna kim derlerse
Alcının baş torunu

Üce dağda av avlıyor
Ayının yolunu bağlıyor
Ötekiler şöyle böyle
Hürü, Irahma kan kan ağlıyor

Yaylacık’ta koca kaya
Çıkın bakın doğan aya
İkindi akşamüzeri
Kanlı Salı geldi köye

Köşede keklik oturur
Sesini sesime katar
İbrahim’in çift gelini
Köşede yalnız yatar.
 
 
 
 
MEHMET’İN AĞIDI

    Taşoluk kasabasından genç bir kız olan Zekiye’nin nişanlısı Mehmet’e söylediği bir ağıt. Mehmet askerliğini jandarma olarak yaparken eşkıyalar tarafından öldürülür.

Avcular avlar cereni
Üç gün bekledim treni
Söyleyin eşimi vuranı
Hayfını almaya geldim

Açılır pamuk kozası
Zor olur felek kazası
Hazır olmuş cenazesi
Namazın kılmaya geldim

Atı tavladan koyuruk
Beyni havaya savruluk
Bir görüşüm son ayrılık
Bergüzar vermeye geldim

Ne garanlık oldu gece
Hep yıkılsın engün üce
Mehmet’imi yuyan hoca
Bahşışın vermeye geldim

Zekiye’m de söyler sözü
Kör olsun oy dünya fani
Vurulmuş da akar kanı
Tentürdiyot sürmeye geldim.