KADİR TANIR

KARARLI
ŞEHİR

    Doğup büyüdüğüm bu şehrin her şeyini seviyorum.
Bana onun havası, suyu, kışı, yazı, merkezi, kenar mahalleleri, dar sokakları, yeni yerleşim alanları, gizemli yaylaları, geniş tarlaları, dağları, gündüzünün parlak güneşi ve berrak gökyüzü, gecelerinin pırıl pırıl yıldızları ve muhteşem ayı… her şeyi çok derin, büyülü, etkileyici geliyor, şirin geliyor, sevimli geliyor, uzak durulamaz geliyor.

    Bir ömür boyu en ufak bir seyahat isteği duymadan yaşayabilirim ben bu şehirde.
    Bir hava değişikliği, bir değişik insanlar görme özlemi, onda olmayan bir tabiat (örneğin bir deniz) manzarası seyretme yahut da ona girme arzusu duymadan, içinde yıllar, on yıllar boyu… hatta ömrümün vefa ettiği kadar -ki elbet ömrüm bu on yıllardan fazlaysa-durabilirim.
    Kısacası bu şehir bana yetiyor. Onun o sıcak ve soğuk olmayan iklimine hayranım. Onun yazın toz- toprak, kışın çamur-çirkef olmayan, buz tutmayan, sel basmayan caddelerine meftunum. Birinci derece deprem bölgesi olmasına rağmen (Allah korusun.) şimdiye kadar bir deprem felaketi yaşamamış olmasına şaşkın ve memnunum. (Bundan sonra da öyle olmasına duacıyım.)

    Sözün özü; bu kentte dikkatimi çeken çok önemli bir özellik var: Tüm kararlılıklar onda buluşmuş gibi. Her şey tam kararında… bir orta hâlde yani. Caddesinden, sokağından insanına uzanan bir ılımlılık, bir kanaatkârlık, bir ‘kendi halinde’lik, bir kendine yetiş ve bunun sonucu gibi sarsılmaz bir kararlılık... Bir azim, bir yılmazlık sanki...

    Ve sanırım ‘Kurtuluş’u getiren de bu kararlılık olmuştur.
    Bu inanmış, vakti saati geldiğinde kilitlendiği hedeften zerre sapmak bilmeyen vakarlı kararlılık...
    Ki o Maraşlı da evlad-ı ayal’dan, maldan ve yârdan vazgeçiş olmuş, Sütçü İmam’da ilk kurşun olmuş, Şeyh Ali Sezai’de “Söz ola işi bitire, söz ola başı düşüre” misali başı düşürmeden işler bitiren dil olmuş, Abdal Halil Ağa’da düşmanı matrağa alan davul ve tokmağı olmuştur.

    Ki bu haslet onlara da (bizzat gidilip) aşılanarak çevre illerde yöresel kurtuluşlar sağlanmış, Sivas’a geçit vermeyen Maraşlı, düşmanı öteleye öteleye defetme kararlılığından da vazgeçmemiştir. (Sivas’a girilseydi yurdun savunulmasında büyük sıkıntılar çekileceği, hatta belki de kurtuluşun sağlanamayacağı söylenir.) Bu şehri seviyorum işte.

    Tüm ılımlılığıyla, kanaatkârlılığıyla, ‘kendi halinde’liği ve kendine yetişiyle...
    Ben bu kararlılığı seviyorum. (Yani bu orta hâli ve bu azmi, bu yılmazlığı.) Onu -bu
kararlılığı-, Arslan Bey’de de benimsiyorum, onun muhalifi olan, kendince (belki de herkesçe kabul edilir) haklı sebeplerle ne onu, ne İttihat’ı, ne de Kuvva’yı kabul edebilmiş mazbut Kadir Paşa’da da.
    Ben bu şehri seviyorum, çünkü bu şehir bana yetiyor.
    Bu kent kararlılığıyla kendine yetiyor çünkü.
    Kendine de yetiyor, kendinden başkasına da.