MUSTAFA KÖNEÇOĞLU

ŞEHRİN AYNALARINDAN GURBETİME BAKMAK

    Şehir ikinci annemizdir. Kader bizi bir şehrin kucağına doğurur. Annemizden emip büyüdüğümüz süt kadar şehrin ılık sütüyle de besleniriz. Şehir tüm hüviyetiyle kişiliğimizin kıvrımını belirler.

    Kalbimizin aynalarına; hayatın bütün cilveleri bir şehrin prizmasından yansır. O aynada çocukluğumuzun destansı fotoğraflarını seyrettiğimiz kadar ilk gençlik yıllarımızın gelgitlerini, olgunluk ve yaşlılık yıllarımızın durağan resimlerini de izleriz. Bir şehrin güvertesinde başlar öykümüz; şehirlerin yelkeninde dolaşıp bir şehrin sularında son bulur.

    Doğumdan sonrası gurbetse nerede doğduğumuzun, nerede yaşadığımızın ve nerede hayat denen efsunlu defteri kapatacağımızın ne önemi var. Bütün şehirler gurbet değil de nedir, gurbete yazgılıysak. Keza insan kendinde muhacirse, yeryüzü sürgünümüzün ne önemi var? Ne önemi var şehir şehir dolaşmaklığımızın?

    Gene de şehirlerin bizi çağırması bir şeydir, hatta önemli bir şeydir. Zira bir şehre gittiğimiz kadar belki de daha fazla şehir de bize gelir. Sihirli bir dille bizi kendine çağırır. Bu çağrıya kulak vermemek olmaz. Çünkü yazgımızın kimi eksik yapboz taşları tamamlanacaktır orada. Şehrin alfabesinden kimi harfler karışacaktır ruhumuzun haritasına. Biz ona, o bize kendinden bir şeyler katacaktır. Biz onda misafirliğin trajik anılarını bırakırken, o bize ev sahipliği yapmanın gönencini kuşanacaktır. Bu iki yazgılı ruh âdeta renkle fon gibi birbirinde mecz olacaktır. Kader, bahtımıza düşen esvabı o şehrin eliyle giydirecektir bize; şehir kaçınılmaz bir şeydir.

    Canik dağlarının ılımanlığında göğerdi öyküm, Karaca dağın kavurucu iklimine bocaladı, Ahir dağlarının eteklerinde serinliğe vurdu kendini. Bu üç dağın bestesi yoğurdu ruhumun müziğini. İlk ikisi mazinin sararmış fotoğraflarında asılı kaldı. Ahir dağlarının çılgın poyrazıyla ruhumsa bitimsiz bir armoni gibi birbirini tamamladı. Ruhumun bulutları bu dağların güneşiyle ısındı, yağmuruyla ıslandı. Canlı bir tablo gibi şehrin ufuklarını tülleyen bu dağlar, bana, içime dönerek, gizli köşelerimde çağıldayan nehirlerin dilini öğretti. Bu şehrin ruh genlerine sızan şiir kızı, bir yeraltı nehri gibi göğsümde gizli gizli mırıldanırken asıl burada gösterdi kendini. Burada kalbimin hiyerogliflerini okumayı daha çok öğrendim ve sevdim.

    Yine Ahir dağlarına bakarak özgürlüğün ruhumuzu çepeçevre kuşatan bir yanı olduğunu keşfettim. İşgal günlerinin yiğit edeleri bu dağların doruklarında nasıl bileğlemişlerse cesaretlerini, ben de hayatın kuşatan ufunetine karşı içimin doruklarına çıkarak yenilenmeyi düşledim. Özgürlüğün bitimsiz bir şarkı olduğunu, ruhumuzun şahikalarında bir bayrak gibi dalgalandığını da böylece belledim.

    Kaleden şehrin siluetine bakarken silik fonlar ardında seyrettiğim ruhumun gurbetiydi sanki. Akıp giden taşıtlarda yeryüzü maceramın fotoğrafları saklıydı. Bir şehri bütün çıplaklığıyla görmek ürkütücüdür biraz. Ruhumuzu seyrederiz bu çıplak görüntüde âdeta. Hele geceyse daha netleşir resim. Evlerin camından yansıyan ışık ruhumuzun gözleri gibi gariptir. Bu yüzden kaleye çıkınca buruk tat kalır içimin bir yanında; hüzünlenirim. Yalnız bu hüznümü kalenin şehrin kurtuluşundaki işlevi sağaltır. Evet, kale kurtuluştur. Ruhun kurtuluşudur; maddeye karşı mananın savunuşu... Kale şehrin metafiziksel bir çıkıntısıdır göğe. İnsanların kimi zaman Tanrı’yı unutuşlarına inat, kale; kentin Tanrı’yı unutmayan ve göğe açılan elidir; dua eden dilidir.

    İnsanlar gibidir şehirler; onların da dili vardır. O dili öğrenince şehirle konuşmaya başlarsınız. İstanbul’la konuşmak için uygarlıkların dilini öğrenmelisiniz. Konya Mesnevi dilini bilmeyenle konuşmaz. Urfa da sabır dilini bilmeyene açmaz kendini. Bu kentle tanışmak için şiirin dilini bilmelisiniz. Zira burada taşın ve toprağın her karesine “Yedi Güzel Adam”dan ve onların kardeşlerinin ruhundan bir şeyler sinmiştir. Topraktan buğday taneleri gibi şiir çıkar. Şiir her evin beklenen misafiridir. Şiir okulu bir kent var mıdır diye sorulsa, galiba ilk bu şehir akla gelir. İnsanlar, şiir yazmasalar da şairdir burada; şiir ruhludurlar. Ruh şiir hâlinde dolaşır bu kentin sokaklarında, şiir kelebeği de en çok bu kentteki insanların ruhuna konar.

    Şehirler tarihin geleceğe doğru bir çıkartmasıdır. Tarih en güzel dilini kentlerin görüntüsüyle sunar. Kentler tarihin konuşan alfabeleridir. Bu alfabede tarihin ve kültürün en okunaklı figürleri oynaşır. Mazinin karanlıkları arasında iz süren merakımızı şehirlerin ruhunda gizli motifler aydınlatır. İnsanı baştanbaşa kuran göksel medeniyetimizin izleri vardır bu şehirde. Bu şehrin ruh hafızasında insanlığın ufuklarında resmigeçit yapan ululardan anılar saklıdır. Ruhların kurtuluşu için dünyayı seyran eden manevi büyüklerin ışığından bu şehir de paysız kalmamıştır. Anadolu’yu vatan kılan ceddin manevi dünyalarından sızan reşhâlar okunur kentin kılcal damarlarında. Ve hâlâ bu hava insanların kalplerine sıcaklığını damlatır. Mazi ve ati munis bir hâlitadır burada.

    Anadolu yüzlü şehirler vardır bir de. Nereli olursanız olun garip değilsinizdir onların kucağında. Sanki evinizdesinizdir. Kimseyi tanımasanız da yabancılık çekmezsiniz. O şehrin insanıyla konuşmadan anlaşırsınız. Âdeta ruhlarınız gizli bir dille konuşur, meramını anlatır.

    Bu şehirde Anadolu’nun ruhundan süzülme bir terkip vardır. Bu terkipte âdeta tüm Anadolu erimiş maya hâlinde konuşur. Sıcaklığıyla sarar sizi, kuşatır. Coğrafyanın bütün renkleri bazen bir coşku, bazen bir burukluk, bazen de kendine güvenme şeklinde sarar yüzleri. Bu yüzlerde, giderek azalsa da, bilgelik kültürünün izleri okunur. Bu kent insanının kimi davranışlarına yansıyan ökeliğin köklerini burada aramak gerekir. Çünkü bu şehrin insanı kendi kendine yetmenin sırrını yine kendinde bulmuştur.

    Mekânlar insanların davranış kalıplarını belirler. İklim kişilerin ruhlarını kendi hamurunda şekillendirir. Mekânların ruhuyla insanların ruhu aynı potada erir; giderek mekânla insan ayrılmaz bir bütün olur. Bu şehrin insanı da mekânda kay bolmuştur âdeta. Ya da mekân bu burada insanla ete kemiğe bürünmüştür. Burada insanlar hep acelecidir. Edimlerini ivedilikle yapmak isterler. Yapıp etmelerinin sonucuyla pek ilgili değillerdir. Yanlış yapmayacaklarına yönelik inançları kuvvetlidir. Bu yüzden özür dilerken biraz şaşkındırlar. Pek belli etmese de birbiriyle yakından ilgilidir insanlar. Akrabalık sıkıdır ve hatta bütün şehir akrabadır sanki. Bu sebeple evler iç içe yapılanır. Büyük kentlerin beton yüzlü soğukluğu yoktur burada. Gittikçe insansızlaşan büyük kentlere inat burası baştanbaşa insan kokar.

    Ruhumuz şehirlerin diliyle söyleşir hep. Bu şehre sıcak bir eylül günü geldim. Onun öyküsüyle benim öyküm ayrılmazcasına karıştı birbirine. Bu şehrin sokaklarında sevindim, bu şehrin sokaklarında üzüldüm. Soğuk pınarlarından içtim, eskimez çarşılarından geçtim bu şehrin. Her karesinde iz bıraktım, içimin her karesinde iz bıraktı şehir. Gizli gizli dilleştik çınarlarıyla. Ağıtlarını duydum kadınlarından, mersiyeler okudum onlara. Yaşlılarından yiğitlik türküleri dinledim, geçlerinden aşk söylevleri.

    Bu şehre bir eylül günü vardım. Hava sıcaktı. Sokaklar daracık.
    Şehrin çarşılarında yazgmı aradım. Aynalarında gurbetime baktım.
    Sonra şehir durdu. Ben aktım.