ZAMANIN ESİRLERİ
MERYEM ŞIVGIN

Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım,
Biri damla damla alnıma düşer;
Diğerinde durur göğe bakarım.

     Sezai Karakoç’un Yağmur Duası şiirinin bu dizeleri ilk bakışta sıradan ve sade geliyor. Hatta bu sadelikten ötürü bir soru işareti oluşturuyor zihinlerde. ‘Ben mi anlayamıyorum acaba?’ Ancak durup dikkat kesilirsek, şairin dizelere gizlediği duyguların derinliği aydınlanıyor. Derinliği aydınlatmak adına yanan ışık bu anlamlandırma yolunda bize eşlik ediyor.

     Yağmurun miktarı ne olursa olsun ıslatır altında kalanları. Ondan kaçınmak ise bitkin hissettirir bir zaman sonra insanı. Yağmur zaman gibidir. Akıp gider ve içindeki her şeyi etkisi altına alır. Etkisindekiler ona ayak uydurmaya çalışır ancak nafile. Sonunda yorgun ve zamanın karşısında aciz bedenler olurlar. Öyle ki gün içerisinde durup soluklanmak için bir dayanak gerekir. Bu dayanak ki kişiyi her şeye rağmen gökyüzüne baktırabilmeli. Dayanak hep biri mi olmalıdır? Sürekli çiğnenen ancak kıymeti ve dostluğunun değeri bilinmeyen kaldırımlar ne olmalı? İşte üzerimize yağan yağmurda ıslanmamıza rağmen durup göğe bakabildiğimiz kaldırımlar birer dayanaktır. Sanki birlikte ıslansak da birlikte duralım ve yorgunluğa rağmen göğe bakalım der gibi hep oradadır. Akan zaman, üzerimize akıp benliğimize dokunan zaman... Ona ayak uydurmaya, onunla ilerlemeye çalışan ve yorgun insan... İnsana durup göğe bakma fırsatı sunan dostu kaldırım...

     Şairin hem bu kadar sade hem de bir o kadar süslü dizelerinden kim bilir daha başka nasıl anlamlar çıkarılabilir. Dizelerin kendinden emin duruşu beni etkilemedi desem yalan olur. Nasıl anlaşılacağı gibi anlaşılmaması da okuyucuya bırakılmış dizeler bunlar. Sanki ‘Beni gerçekten anlamak isteyenler anlasın.’ diyerek bakıyor okuyucunun gözlerine.