ALİ BÜYÜKÇAPAR

MARAŞ’TA ZAMANI HARMANLAMAK

    Maraş’ta yaşamak, ezelden ebede var olmanın onurunu hissettiriyor, sanki bitmeyen insanlık düşünde atan bir yücelik gibi diri olmanın hazzı ile neşelendiriyor.

    Kentin adına bakıyorum, geçirdiği evreleri düşünüyor; bundan büyük haz alıyorum. Maraş’a gelinceye kadar: Gurgum, Markasi, Germenika, Mer’aj, Marasion, Maraş ve Kahramanmaraş isimleri tarihi gözlerimin önüne getiriyor. Prehistorik araştırmalarda Paleotik dönemden izlere ulaştırıyor, Döngel Mağarası, İkizin Mağarası, Eloğlu Höyüğü, Üngüt, Döngel-Kızılburun’da yaşayan hemşerilerimin on binlerce yıl öncesinde bu toprakları niçin vatan tuttuklarını hatırlatıyor. Yaşanan dört mevsim, berrak sular, güvenlik, yeşilin ve mavinin onlarca tonuyla Maraş yitik cennet değil mi?

    Hitit, Med, Persler, Makedonya, Kapadokya Kırallığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklu, Dulkadiroğlu, Osmanlı ve Cumhuriyet adları Maraş’ımın dününde vazgeçilmez uygarlıklara işaret eder. İnsanlık tarihinde bu denli farklı uygarlıklar hangi kentte birleşmiş ki? Sarayaltı’ndan Şekerli’ye doğru yürürken ya da Aladan’dan Düvenönü’ne adımlarken bu topraklardan Büyük İskender’in geçtiği aklıma gelir. Kayabaşı Mahallesi’nde yaşayan komşumun adının İskender olmasını hiç mi hiç yadırgamıyorum. Maraş’ta dün; bugünde, yarında, şimdi de yaşanır.

    Şazi Bey Camii’nde Dulkadiroğlu Beylerinden biri yatar, Ulucami’nin önünde padişah kızının mezarı vardır az ötede İklime Hatun durur.

    Maraşlı hep başına buyruk olmuş kendi değer yargılarının savunucusu bazen bunun için canından bile vazgeçmiştir. Zeyneddin Karaca, Süli Bey, Nasıreddin Bey, Rüstem Bey, Melik Arslan Bey Dulkadir saltanatında Maraşlılara önderlik yapmış, 16. yüzyıla kadar Maraş’ta müstakil devlet olmanın onurunu bizlere yaşatmışlardır.

    Türkmenlerin Şahı İran’da devlet kurunca Anadolu’daki Türkmenler Maraş’tan oralara gitmişler o devletin harcı olmuş Türklüğün cihan hâkimiyeti için Haydar’ın aşkına Zülfikar çalmışlar ama batınî Şia’nın tuzağına düştüklerini çok geç fark etmişlerdi. Maraşlının huyu; çoğu olayları yaşarken sonuçların tahmininde yanılmak olmuştur.

    Berid dağı, Nurhak Dağı, Engizek Dağı, Kaman Dağı, Armut Dağı, Çınarpınarı Dağı, Dibek Dağı ve Ahır dağı, Maraş’ı sarıp kuşatır, yollar uzanır bu dağlardan ötelere. Nice bozlaklar söylenir. Yanık türküler yakılır dünden yarına. Dadaloğlu’nun kahramanlık türkülerinin yanı sıra Karacoğlan’ın aşk türküleri ezberlenir, ilahiler söylenir, gülbanklar çekilir.

    Maraş temizdir; mis gibi sularla dört bir yandan yıkanır, ak pak hâle getirilir. İşte sulardan çaylardan bazıları: Ceyhan nehri, Aksu Nehri, Tekir, Fırnız, Körsulu Çayı, Göksun Çayı, Hurman, Bertiz Çayı, Zeytin, Nergele Çayı, Söğütlü, Orçan, Deli Çay, Kısık Deresi ve Erkenez suyu.

    Tatlı suları büngüldeyen Maraş’ta her su başının ayrı hikâyesi vardır. Narlı’da bulunan su kaynakları şunlardır: Bağlama, Kadıncık, Mizmilli, Yeniçıktı, Emir oğlu Pınarı, Bozhöyük. Türkoğlu’nda: Urumoğlu, Kanlıoğlu, Hırzık, Yağma, Tevekkeli. Gâvurgölü ovasında: Yenipınar, Yastı, Kısığınağzı, Şeker, Pirnizat, Sakçagöz, Molbosman, Yalangöz, Kepirçınar ve Balıklıgöz. Bu suların çevresinde yaşayan oymakların yazılacak destanları okunacak türküleri sahiplerini bekliyor: Yine geldi yaz baharın ayları, çıksam baksam görünür mü, bin derdim vardı bir daha oldu, Güzel ne güzel olmuşsun, Ben atımı nalladırım, Bilalımsın Bilalim, Durnam nerden gelirsin, Havada kar sesi var ve Meyrik. Maraş’ta bu türkülerle yaşanır hayatın cilveleri.

    Oyunlar oynanır davul zurna eşliğinde her bir figürde nice hatıralar vardır. Siz hiç şu oyunları gördünüz mü? Sinsin, Şirvani, Demirci, Bağdalı, Ceren, Zeytin Halayı, Maraş Dokuzlusu Ağır hava…

    Maraş merkezini Evliya Çelebi şöyle anlatır: “Türkçe konuşurlar halkın çoğu Türkmen’dir, temiz çuha giyerler, kadife kavuk ve külah üzerine beyaz tülbent sararlar. Kışı sert olduğundan kırmızı boyalı kuzu derisi giyerler. Kadınlar ayakkabılarına sarı çizme giyip başlarına gümüşten tas takke ya da sırmalı sivri takke takarlar. Beyaz çarşafa bürünürler. Gayet güzel ve tatlı dillidirler. Çarşıda alışveriş yaparken öyle hüzünlü bir sesle konuşurlar ki tüccarlar sadece mallarını değil canlarını bile güzellerin yollarına serip feda ederler.” Evliya Çelebi’nin üzerinden nice yıllar geçti; ama şimdi de Maraş çarşılarında esrük Doğu’nun gizemlerini bulmak mümkündür. Kapalı Çarşı’da mucize ışık huzmeleri arasında yürürken oralarda iz bırakan Mevlevi dervişlerine rastlayabilirsiniz.

    Bonmarşe’nin ardında Saatçiler Pasajı’nda metfun Mevlevi pirine uğrayıp ulu Mevlana’nın hatırasını gönlünüzde yâd etmeniz mümkündür. Yıkımı yaşayan Maraş; elbet bir gün dirilişi dünün hatıralarını yarın da yaşamayı bilecektir. Kendini küllerinden var eden Anka gibi ezel-ebed aralığında var olmanın kıvancını taşıyacaktır. Kent kültürünün el sanatlarından, folklordan, ütopyalardan, mimari dokudan, tarımdan, müzikten ibadet etmekten geçtiği bilinecektir sonuçta.

    Mezopotamya’ya uzanan bu verimli topraklar devinen ruhlara format olup onları Türklüğün örsünde şekillendirip yarınların dünyasına bir armağan olarak sunacaktır.

    Maraş dünya var oldukça kendi onuruyla ayakları üzerinde durabilmenin mümkün olduğunu bir anıt gibi dünyaya duyuracaktır.