ESKİ Mİ? YENİ Mİ?

SENA NUR KÖROĞLU

     Belki de koca asırların tartışmasıdır bu. Her anlamda.  Ben bunu anlatırken biraz eskiye biraz yeniye giderek çözümlemeye uğraşacağım. Bu yazıyı okuyan saygı değer okurum belki de senden küçüğüm. Ama bazen televizyonda gördüğümde bazen de laf arasında konuşulurken şu soru hep soruluyor seksenlerde ya da doksanlarda doğmak ister miydin? Evet isterdim, neden mi? Seksenlerin doksanların sıcaklığı hiçbir yerde yok da ondan. Örneğin süpermarketleri, avmleri bir yana bırakıp o horoz şeker alınan bakkal amcaları düşünelim. O manav amcaların samimiyetini, tuhafiyeci teyzeleri, iplikçi amcaları. O zamanın güler yüzlü insanlarını. Şimdilerde insana adres soramıyorsun. Her şeyden önemlisi o zamanın gülen çocuklarını düşünün, tabii az ve gelişmekte olan bir teknolojiye sahibiz o zaman. Teknolojinin şu an hat safhada olması tabii ki çok iyi ama o zamana gittiğimiz için ona yönelik yazıyorum.  En çok da insanların sıcak samimiyeti çekiyor beni o yıllara.  Tabii bu durum sadece zaman ve mekân kavramlarında yargılanamaz. Eski deyince daha eskilere de gidebiliriz örneğin aruzun zirve yaptığı zamanlara. Şu uyuma bir bakın;

Âşıkam meftûn-u cânân olmayan bilmez beni
Hançer-i aşk ile kurbân olmayan bilmez beni
Anlamaz ahvalimi her sûfî-meşreb müddeî
Bâde-nûş-i bezm-i irfân olmayan bilmez beni...

     Aruzu seviyor muyum? Çok hem de. Ama bu demek değildir ki yeniye karşıyım. Sadece aruzdaki o ihtişama tutkunum. O ahenge, o içindeki musiki uyumuna. İnsana var olduğunu hissettiren o bir anlık hisse tutkunum. Özellikle o zamanın şairlerinin bunu özenle yazışına kalıbını ve her bir hecesini hesaplayışına hayranım. Şiire saygı gösterip ilmek ilmek işleyişlerine hayranım. Tabii eski deyince sadece şiir, seksenler, doksanlar yok. Eski kültürlerin bazıları da çok güzelmiş. Örneğin kapılarda iki tane tokmak bulunurmuş biri kalın ses çıkarır diğeri ince ses çıkarırmış. Eğer gelen konuk erkek ise kalın sesli tokmağı vururmuş. Evdeki kadın ona göre kendini hazırlar kapıyı öyle açarmış. Eskiden bugüne gelen önemli müzik aletlerimiz de vardır. Eski müzik deyince benim kulağıma uzaklardan bir yerden hep ney sesi gelir, ud sesi gelir, tambur sesi gelir, müzik eşliğinde söylenen nağmeler gelir. Eski deyince benim aklıma Farabi, İbn-i Sina, Mimar Sinan, Fuzuli, Baki, Nefi, Nedim gelir. Aslında bana göre onlara eski demek bile ayrı bir saygısızlık. Neden mi? Saygıdeğer okur, biz onların görüşlerini halen okumuyor muyuz? Halen onların fikirlerini tartışmıyor muyuz? Halen Mimar Sinan’ın o yapıtları nasıl bu kadar incelikle daha doğrusu ustalıkla yaptığına şaşırmıyor muyuz? Biz yokken onlar vardı ama onlar yokken hala varlar ilginç değil mi? Hani diyor ya Ömer Hayyam “Ben düşündükçe var dünya ben yok o da yok.” Bizler biraz da onların düşünceleri ile yaşıyoruz hâlâ.

     Yeni deyince aklınıza kim geliyor? Benim aklıma Recaizâde Mahmut Ekrem geliyor. Öyle değil midir? Tanzimat Devri ikinci dönemden beri bize öğretilen Mahmut Ekrem in dönem açısından yeni görüşleri olduğu ve yeni şeyler yapabileceğimizi öne sürmesidir. Ama cesaretine hayranım doğrusu. Neden mi? O dönemde kendini belli etmiş ben buyum demiş, benim yeni fikirlerim var demiş, geliştirmek istediği fikirleri için görüş toplamış ve yazar, şair arkadaşları ile onu hayata geçirmiş. Şu zamanda bile zor değil midir düşüncelerini ortaya atıp ben buyum demek.

O zaman bir şiir de yeni kavramından verelim

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının…
İçimde ikinci bir insan gibidir
Seni sevmek saadeti …

Nazım Hikmet 

     Eski kavramımızdaki şiirimizde bir biçim kusursuzluğu görüyorduk ama yeni kavramı geldi ve artık anlam kusursuzluğu görüyoruz. Galiba ben de fark etmeden yeni bir şey buldum. Anlam Kusursuzluğu. Tabii yeni kavramında şiirlere farklı idoller, farklı düşünce biçimleri de eklendi;

     Sürrealizm, Sembolizm, Kübizm, Parnasizm vb…

     Yeni kavramını ele alınca sadece şiir değil sanat ve teknoloji de geliyor benim aklıma. Örneğin yeni müzik deyince çello geliyor aklıma. Aslında çello çok eskiden beri var olan bir terim ama benim bahsettiğim klasik müzik aleti olan çelloyla yeni dönem pop müzikle karıştırılarak çok muazzam bir müzik elde ettiler. Sadece bu yeni dönem çelloyla ilgilenen bir yığın kitle ve grup var. Benim en çok sevdiğim grup Two Çellos.

     Gel gelelim teknolojiye. Şu zamanın teknolojisine diyecek lafım yok doğrusu. O kadar muazzam ki. Özellikle yeni dönem cep telefonları. Hani reklamlarda der ya her işinizi bir tıkla halledin. Gerçekten de öyle değil mi? Tek bir telefonla aslında ihtiyacımız olan her şey elimizin altında. Özellikle işini yapan vatandaşlarımız çok daha bilgili, kendini yetiştirmiş, tecrübeli ve işinde yetenekli kişiler. Her şeyden önemlisi bireyler çok iyi yetişiyor.

     Bana soracak olursanız sen yeniyi mi savunuyorsun? Eskiyi mi? Ben bu konuda Muallim Naci’yi örnek alıyorum galiba. Yani ılımlıyım. Şöyle ki eskiden kopmamalıyız hatta eskiden ders almalıyız eski olanları inceleyip yeni olana uyarlamalıyız. Ama şu da var ki yeniyi de yok sayamayız. Zaman geçiyor ve yeni şeyler bulunuyor, yeni icatlar yapılıyor, yeni tarz fikirler ortaya atılıyor. Bunları yok sayamayız. Ve oluşan yeni fikirler, değişik, mantıklı ve güzel fikirler. Asıl onları değerlendirmezsek ilerleyemeyiz. O yüzden benim bu konudaki görüşüm eskiyi unutmamalı değerlendirmeye devam etmeliyiz. Ama yeniyi de asla yok saymamalıyız sonuçta zaman ilerliyor ve her şey çok gelişiyor.