MENEKŞELER VE SALATALIK SUYU
YASEMİN TAŞ

-Her yıl baharda ve güzde gelip bu ilaçları alacaksın. Bir ay kadar kullanırsan sonra rahat edersin.

- Kesin bir çözüm?

- Nefes almamak.

     Güldüm çıktım odadan. Alerjim varmış. Özellikle çiçek tozları olmak üzere hemen her toza, kıla, tüye. Eczaneye de girip çıktıktan sonra yol boyunca düşünecek şey lazım oldu. Bir an gözümü kapayınca önümde ne belirdi? Dün ikindiye doğrunun hikayesi:

     Göz kapaklarımdan içeri doğru, genzime kadar bir sızıyı çekmeye çalışıyorum. Uyandığımdan beri burnumdan giren her solukta oksijen alev alıyor olmalı diye düşünüyorum. Ejderha gibi bir şey değilim ama içim yanıyor. Kalpten bağımsız.

     Eylülün ortasındayız. Hava hala çok sıcak. Yine de dutun gölgesinden bir şey ummuş olmalıyım ki buradayım. Dutun dibinde bahçeyi benden ayıran dize kadar bir duvar, onun da üstünde duvarı benden ayıran saksılar var. Saksı dediğim de eski deterjan bidonları. İçlerinde ne var? Menekşe, kadife falan… tabi ki yaprak ve gövdeden ibaretler. Gaye çiçek ortada yok mevsimden ötürü. Gaye diyorum çünkü insanlar güzel güzel çocukları olsun diye yaşıyor.

     İçerden abimlerin sesleri geliyor… Yüksek lisans… Sıralama… Ortalama… bu okul nerede? Diş hastanesi… Şu kavşaktan aşağı dönec…

     Çenemde bir el hissediyorum. An hizasında annem. Yüzümü sıvazlayıp çatıdaki süs biberlerini sulamaya gidiyor. Ondan önce elime bakıp gülümsüyor. Elimde kâğıt kalem görmek onu her defasında mutlu etmiştir. Bilmiyorum hep ders çalışıyorum mu sanıyor? Yoksa yazmanın, okumanın insanı herhangi bir şeyden kurtaracağına mı inanıyor? Ya da bunu kendisinin okuma yazmasının olmayışına yorabilir miyim? Özenmek gibi bir şey kastetmeksizin.

     Annem ne eski ne de yeni yazıyla okuyup yazmaz. Babam, her ikisiyle de okur, yenisiyle de yazardı. Ötekisini ben görmedim. O öldükten sonra bir gün annem ilk kez “keşke ben de zamanında öğrenseymişim” dedi. Akabinde anlattıklarından anlaşılan şuydu ki babam hayattayken annemin okuyup yazmaya neredeyse hiç ihtiyacı kalmazmış. Babamın çok ince bir insan olduğunu belki buradan idrak edemezsiniz. Ama cebinde hep bir bıçak taşıdığını yani meyve tabağındaki çatala asla kani olmadığını bilseniz… anlayabilir misiniz?

     Merdivenden sesi geliyor. Ona dönüyorum. “Üzümler” diyor. “Bir güzel kurumuş göreceksin”. “Ne çabuk!” diyorum yalandan. Sıcaktan haberim yokmuş gibi. Boş boş ağaçları inceliyorum o içeri geçerken. Elinde bir kâse salatalıkla sessiz sessiz yanıma oturacak birazdan biliyorum. Öyle yapıyor. Salatalık suyunun kırışıklığa falan iyi gelmediği, yıllardır cacık yapan ellerinden kanıtlanıyor.

     Bu resmi sabitledim zihnimde. Önünden geçtiğim marketin tezgahlarında kendini kanıtlayacak salatalıklar aradı gözlerim. Ne yapacak kendini kanıtlayıp? Adam mı olacak? “İnsan olmak istemezdin inan” demeliyim bir gün bir tanesine. Çünkü insan dediğin de ağaç arıyor. Dibine oturup onu düşünsün.