ÖLÜ DİRİLER
IHLAMURLARIN ŞAİRİ

DİLİRUBA YETİMOĞLU

     Pek çok kez diri ölüler gördüm çoğu kez nefes aldığı halde ruhu nefessizlikten ölenlere şahit oldum ama daha önce hiç ölü olduğu halde diri olanı görmemiştim ta ki Bahaettin Karakoç'un evini görene kadar, pek çok kez ölü diriler için çabalayanları gördüm ama daha önce hiçbir ölüyü diri tutmaya çalışanı görmemiştim ta ki Oğuz Karakoç ile tanışana kadar.

     Bir şairin evini ziyaret etmek, artık hiç o eve gelmeyecek olan bir şairin evine gitmek onun soluk aldığı duvarlar içinde benim de soluk alacak olmam, onun kitapları ile tanışmak onun dokunduğu raflara dokunmak benim için eşsiz bir nimetti fakat ben orada bir ölüyü bulacağım sanıyordum ne yazık bana, orada bedensiz fakat ruhuyla dimdik duran bir şair vardı. Babasından sonra Oğuz Karakoç eve hiç dokunmamış babası neyi nerede bırakmış ise orada kalmış, bastonu hala kapının arkasında askılıkta, daktilosu halen onun parmak izleri ile yeniden ona dokunmasını bekler gibi çaresiz, mutfağında 3 yıllık kahve belki küf tutmaya niyetli, çiçekleri onun için her yıl yeniden çiçek açıp kışa doğru yaprak dökmekte sanki yeniden gelecek açan çiçeklere sevinecek.                                                                   Kitapları evin her karesinde her santiminde biraz tozlanmışlar, dokunulmayı, okunmayı bekliyorlar, masasında hala ondan önce giden yol arkadaşının fotoğrafı yeniden gelip camın ardından onunla konuşacak gibi ve hala her fırsatta o eve gelen babası varmış gibi o kapıyı açan babası ile sohbet edermiş gibi çiçeklere su veren bir evlat, hala babasının geleceğine inanmaktan kendini alıkoyamayan biri Oğuz Karakoç.

     Öyle ya gittiğine inanmak, unutmak, silmek kitaplarını bağışlamak daktilosunu kullanmak çiçekleri birilerine vermek en kolayıydı zor olan 3 yıldır rafta bekleyen kahve gibi kapı ardında duran bastonlar gibi yeniden dokunulmayı bekleyen daktilo gibi oturup babasını beklemek hiçbir şeye dokunmadan hiçbir şeye el sürmeden sanki tek bir noktaya dokunsa babası silinecek sanki tek bir kitabın yerini değişse babası o koltuktan kalkıp gidecek, onunla yaşamak ama onsuz.

     İnanın orası bir ev değil duvarları halen sebep şiirini okumakta, daktilosu ıhlamurlara açacak umuduyla geleceğim demekte ve ben naçizane şöyle bir baktım daktiloya hani olmaz ya acaba dedim parmaklarım dokunsa üstadın dokunduğu yerlere bir parça olsun onun ruhunu anlayabilir miydim, onun baktığı pencereden bakabilir miydim, çiçek açmayacak ıhlamurlara çiçek açacak umuduyla sığınabilir miydim acaba dedim şu yaralı ruhuma bir parça olsun nefes aldırabilir miydim? Ve ben o gün orada anladım Türk edebiyatının beyaz kartalı, ıhlamurların şairi hiçbir zaman bir ölü olmayacak o bizim için hep her daim yaşayan bir miras olarak kalacak, kim çaresizliğe düşse şu yeryüzünde kim ıhlamurlara açacak umuduyla baksa kim içmeden sarhoş olsa o zaman Bahaettin Karakoç evinin camından, daktilosundan, tozlu kitaplarından, küflü kahvesinden ve yattığı yerden başını kaldırarak bize ıhlamurlar çiçek açtığı zaman geleceğim diyecek.