ÖMER ERİNÇ

MEDENİYET BURCUNDA BİR ŞAİR:
MEHMET AKİF İNAN


‘Soyundum çileye dönmemecesine
Bilendim ışıktan gözyaşlarıyla

Acılar umudu buldurur bize
Bir zırha büründüm bu çağa karşı

Edep senin sabır benim derimdir
Askerler üretir sessiz ve derin

Bayrağa dönüşen alnımdır şimdi
Ellerim ağların mahşer makası

Türkümüz dünyayı kardeş bilenedir
Gökleri insanın ortak tarlası’

    Kalp; insanın cephaneliğidir. Hayatı gülden yürüyüşlere bezer. Hesabı kolay verilecek eylemlere hazırlar. Umutsuzlaşmak trajedisini zıplatmaz göğüste.

    Akif İnan; yola çıkarken, ışıktan gözyaşlarıyla bilenir. Çileyi kendisine yoldaş olarak seçer. Zoru göğüslemek için inceltir kalemini. İnsanlık onurunu ufalayan modern çağa karşı zırha bürünür. ‘İnsan onurunun davacısı’ olabilme kararlılığını tercih eder. Modern dönemlerin ürünü olan eşya medeniyeti yerine, hakikat medeniyetini savunur. Sarsılmaz bir tavır alışla acıların umudu bulduracağına inanır. Edep ve sabır kitabından çıngılar gezdirir yüreğinde.

    İnsandaki zenginliği yoğuranın edep, üretenin de zekât olduğu gerçeğiyle hayata tutunur. Sessiz, içte/n ilerleyen hamleler geliştirir. Çözülüşlerin seyrüseferinde biçilmemeye ant içer. Onurluca ‘Bitirip şu kara kuru ekmeği’ yâr ellerine göçmek sorumluluğuyla yaşar. Nimete karşılık şükrün terk edilişine yanar. Hamt makamındaki insanla; kafesin kırılacağı, zincirlerin çözüleceği hakikatini kabul eder. Oyunu, insandan yana kullanır. Çelik çomağa tutuşan insanoğluna; dönüp yeniden kalbine bakmasını teklif eder.

    Kavganın ortasında bayraklaşan alnıyla, ellerini bir makas gibi açarak tuzaklar mahşerini bozar. Çağ dışı görülen ilgisinin, çağı kurtarmanın bir yöntemi olduğunu haykırır. Çağrısını, dünyayı kardeş bilenlere yöneltir. İnsanın ortak tarlası göklere! Herkesçe ekilip biçilen ovalara akar. Yalan dolanın zapturaptı altına alınmamak için! Namustan, aşktan örülmüş destanlar büyütmeye sözleşir. Kesilen zeytin dalına ağlar da yeni ay doğsun için dua eder. Yağmura dönüşsün arzusuyla elinde biriken âminleri göklere gönderir. Semaları vatanlaştırır kendisine.

    Merkez dağılmış, hayatı belirleyen odak çökmüştür. Kara bulutlar dağılmıştır yeryüzüne. Yürürlüğü durdurulan bir hayatın boşluğunda can çekişmektedir âdemoğlu. ‘Sara’; taşa, toprağa varıncaya kadar her şeye sinmiştir. Hastalıklarla boğuşmaktadır insanlık. İçe çevrilen ayrılıklar, kinler, öfkelerle! Yanlış zamana, acıların dünyasına doğulmaktadır. Başka bir seçenek kalmamıştır ortada. M. Akif İnan; böylesine alabora olmuş bir zamanda hayata ‘merhaba’ der.

    Doğumundan itibaren insanlığın sorunlarını omuzlar. Darmadağınlığı ortadan kaldırmayı kabullenir. Zihnini, yapılması gerekenlerin tespitine yorar. Titizlenir yapıp ettiklerinde. Öz kişiliğini koruyabilmek kesinliğiyle eğilir yaşadıklarına.

    Sorumsuzluğun ufalayan batağına saplanmamak için didinir. Âdem’le başlayan tarihsel yürüyüşü köken örneği bilir. Şanlı gözyaşlarıyla pasaklarından arınmaya ödevlenir. Buz dağlarını eritmek için seferler düzenler. Yolda olmak, yola girmek adına varoluşuna manevî dayanaklar bulur. Ezelî hakikatle bildirilen ilkeler doğrultusunda şahsiyetini örer.

    Geleneğin dünyasından edindiklerini kopmamacasına özümser. Delik deşik edilmiş çağı onarabilmek istikametinden sapmaz. Yaşamak azim ve kararlılığını yitirmemek pahasına; ‘Sıra Geceleri’nden, Fuzuli’den, Nabi’den, Abdi’den, klasik musiki meşklerinden edindikleriyle ruh dünyasını zenginleştirir. İç evreniyle çatışmaksızın dimdik durur, kervan kıran fırtınalar karşısında!

    Urfa Lisesi’ndeyken Maraş’a hicret etmek zorunda kalır. Hesapta olmayan bir sonuçtur bu. Bilinçli bir irade böyle olmasını dilemiştir. Geleceğin kalemşorlarından olabilmek, belki de bunu zorunlu kılmıştır. Önden giden Süleyman Nazif’le, Sezai Karakoç’un yolu da buradan geçmiştir. Sanki Maraş toprağı; öncülerin, medeniyet işçilerinin sorumluluğu, sesin, sözün ahengini yüklenme yeri olmuştur. Bir hazırlık evresini yaşamış gibidirler burada.

    M.Akif İnan; Maraş’a gelmeden önce; fikir ve sanat bakımından kendince bazı kararlara varmış, yolunu seçmiştir. Ülküsel yönden de tercihini belirlemiştir. Eski Türk şiirini sevmekte, klasik zevke dayalı şairleri okuyarak şiirler yazmaktadır.

    Urfa’da, bir grup arkadaşıyla ‘Derya’ adında bir kültür dergisi çıkarmaktadır. Urfa’daki yazar ve arkadaş grubu; Abdülkadir Billurcu, Zübeyir Yetik, Nihat Armağan, Cuma Beyboğa, Nabi Kılıçoğlu, Emin Balyan, Sabri Aslan, İbrahim Kızılgöl, Cemal Kayar, Ahmet Rüzgâr ve Yusuf Demirkol’dur. Urfa’dayken M.Akif İnan’ın yenilikçi sanatla, yenilikçi yazarlarla da ilgisi yoktur. Dahası kavgası vardır onlarla. Gazel formunda beyitler yazmakta ve yayımlamaktadır. ‘Derya’ dergisindeki arkadaşlarıyla ortak bir dünya görüşünü paylaşmaktadır. Sürgün edilmekle Urfa’daki arkadaş çevresiyle birliktelikleri de ortadan kalkar.

    Maraş Lisesi’nde, bir grup arkadaş içerisinde bulur kendini. Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören ve Alâeddin Özdenören’le arkadaş olmuştur artık. Onların ilgi odağında yenilikçi sanat vardır. ‘İkinci Yeni’ akımına bağlı şairlerin; şiirlerini, yazılarını okumaktadırlar.

    Akif İnan’sa; Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı ve Necip Fazıl Kısakürek’in etkisinde olup bu şairlerin şiirlerini ezberlercesine okumaktadır. Arkadaşlarının okumalarına başlangıçta ilgisiz kalır. Ancak onlarla ilişkisini sürdürmekten de kaçınmaz.

    1959’da Sezai Karakoç’un ‘Körfez’ adlı şiir kitabı yayımlanır. Bu kitabı edinerek okur. Ancak kitaptaki şiirlerden zevk almaz. Açıkçası bunları deli saçması olarak görür. Yine de bıkmadan, usanmadan “Körfez”i defalarca okur. Çünkü birlikte olduğu arkadaşları Sezai Karakoç’u önemsemektedir. Buna rağmen, onun yenilikçi sanatı reddinde bir değişiklik de olmaz.

    Lise öğrenimi biter. Yakın birliktelik, uzak birlikteliğe dönüşür. Görüşüp buluşmak, bir bakıma zora girer. Çünkü her biri ayrı şehirlerde olup üniversiteli yıllar başlamıştır. Zorlayıcı şartlara karşın ilişkilerini tavsatmadan sürdürürler. Kimi zaman Ankara’da, kimi zaman da İstanbul’da bir araya gelirler. Düşünmek ve yazmak noktasında birbirlerine destek olurlar.

    Bir keresinde Rasim Özdenören’e; İstanbul’da, bir çay bahçesinde, Ahmet Haşim’in bütün şiirlerini ezberden okuyarak âdeta bir şiir ziyafeti verir. Birliktelikleri etkileşimlerle devam eder. Akif İnan, bu arkadaşları sayesinde yenilikçi sanata ilgi duymaya başlar. Bu etkileşmeyi görebilmek için; onun, ‘Hilâl’ ve ‘Derya’ dergilerinde yayımlanan şiirlerine, yazılarına bakmak yeterli olur.

    Bu birliktelik giderek Ankara’da Nuri Pakdil’in yönetiminde çıkartılan ‘Edebiyat’ dergisine can verir. ‘Edebiyat’ dergisiyle birlikte Özdenören kardeşler, Zarifoğlu ve Bayazıt gibi M. Akif İnan da yetkin ürünler vermeye başlar. O; ‘Edebiyat’ dergisinde, bir yandan inceleme yazıları ve denemelerini yayımlarken, diğer yandan da şiirlerini yayımlamayı sürdürür.

    İlk kitabı ‘Hicret’teki şiirleri kitaplaşmadan edebiyat çevrelerinde yankı uyandırır. Şiirleri üzerine yazılar yayımlanır. ‘Edebiyat’ dergisinin Haziran 1974 sayısında; ‘Umut Gazeli’, ‘Adsız Gazel’ ve ‘El Gazeli’ adındaki şiirleri bir arada çıkar. Ceyhun Atuf Kansu; bir yazısında adı geçen gazellere değinir. Yazar, söz konusu yazısında; Akif İnan’ın daha yolun başlangıcında, gazellerini isimlendirerek divan geleneğini geride bıraktığını söyler. Biçim açısından da bu şiirlerin gazel kurallarına uymadığını belirtir. Onun şiirlerinde; yenilik şiiriyle, halk şiirinden sesler yakaladığını vurgulayarak, bunlar bir türküyü çağrıştırıyor tespitinde bulunur.

    Ceyhun Atuf Kansu yazısının ilerleyen bölümünde; ‘Akif İnan bir gazel ya-
zayım, eski bir duyarlığı ve uygarlığı yenileyeyim derken, ister bilinçle, ister bilinçaltı, halkının diliyle bir türkü geliştirmiştir, taze bir duyarlıkla. Bu duyarlığın gazel duyarlığıyla bir ilgisi yoktur. Akif İnan, bir uygarlığa, bir duyarlığa bağlı olduğu için gazel adını vermiş şiirlerine ama, ister istemez yurdumuzun, ulusumuzun yaşadığı değişimlerin, dil, duyarlık ve uygarlık değişimlerinin etkisinde kalmış. Bu gazellerden bir türkünün tazeliği, yaşama sesi geliyor. Halk dili ve halk duyarlığı baskın çıkmış da ondan.’ der.

    Alâeddin Özdenören ise; ‘Akif şiirlerinde çağın iyice anlamsızlaştırdığı, hırpala-
dığı insanı onarmak ister yeniden. Sürekli bir şimdiki zamanı yaşayan, geçmişiyle bütün bağlarını koparmış, geleceği korkular, vehimler ve hiçliklerle dolu insanın bu onulmaz acısı, ona göre insanın özüne aykırı bir düzende yaşamak zorunda olmasından doğmaktadır. Öyleyse bu insanı özüne uygun bir ülkü alanına çağırmak gerekir. Onu kâbus bağlantılarından koparmak, içini ve dışını talan etmiş putları devirerek özgürlüğün ucu Tanrı’ya çıkacak olan yolunu açmak gerekir.’ saptamasını yapar.

    Onun temel kaygısı; insanın Tanrı’yla bağını kopartan engelleri ortadan kaldırarak onu özgürleştirmektir. Meselesini ortaya koyarken bir ahlakçı edasıyla öğüt vermez. Ona karşı yapılanları gösterir yalnızca. ‘Onun işi canlandırmaktır; bunun için de dünyaya ruhsal bir anlam kazandırır, yani düşünceyi, sözcüğü, imgeyi, kendi hayatını ve dolayısıyla hayatın bütününü gözler önüne serer.’ Bakmasını, tercihini ona göre belirlemesini arzular.

    ‘Hicret’teki şiirlerin tamamı; ‘Edebiyat’ dergisinde yayımlanan şiirlerdir. Şair; daha önceleri yayımladığı şiirlerini söz konusu kitabına almamıştır. Akif İnan’ın şiir
zevkinin oluşmasında Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı ve Necip Fazıl etkili olmuştur.

    Ahmet Haşim; sınırlı sayıdaki sözcükle şiirini yazar. Haşim’in şiirlerinde düşünce yerine duyuş vardır. Şiirinin omurgasını izlenimlerle çatar. Belirli temalarla, kelime tasarrufuna özen göstererek şiirini kurar.

    Yahya Kemal şiirinde ise; şiirin omurgası düşünceyle kurulur. Onun şiiri tarihî bir düşünceden neşet eder. ‘Şanlı geçmiş’ özlemi baskındır onda.

    Akif İnan’sa şiirini; sınırlı sözcük dağarıyla, belirli temalar etrafında kurar. Gözlem ve yaşantısını iç evreninde süzerek şiir dilini oluşturmayı dener. Düşünceyle kurulan İnan şiiri; apaçık bir inanç çizgisinde ilerler. Tarihe eleştirel bir tutumla yaklaşır. Bu tavır onun şiirini özgürleştirir.

    M. Akif İnan; yukarıda adı geçen şairlerden yararlanmakla birlikte onların düşünce dünyasından etkilenmez. Onun için Akif İnan’daki düşünsel bağı Necip Fazıl’la ilişkilendirmek yerinde olur.

    İnan’daki yerellik, ‘Necip Fazıl’la tanışmasıyla birlikte ‘Büyük Doğu’ düşüncesiyle yoğrularak ülküsel bir kimliğe dönüşür.’ Bundan dolayı Akif İnan şiiri; düşünsel anlamda Necip Fazıl şiirinden renkler taşır. Bir şiirinde;

‘Anamı sorarsan büyük doğudur
Batı ki sırtımda paslı bıçaktır’

diyerek hem ‘Batı’ karşıtlığını ortaya koyar. Hem de ‘Büyük Doğu’ya mensubiyetini deklare eder. Necip Fazıl gibi akıl yüzünden çileler, işkenceler çeker. ‘Hakikat’i bulmada aklı engel görerek;

‘Ey uyku ey anne gel kurtar beni
Ezildim aklımın hesaplarında’ der.

Aklın hesaplarında ezilmemek için annesini yardıma çağırır. Seslendiği ‘anne’; varoluşuna dayanak oluşturacak hakikat insanıdır. Biyolojik bağları işaretlemez onda. Şiirlerinde; düşünsel anlamda Necip Fazıl’dan izler taşıyan Akif İnan, ses ve biçim yönündense ondan farklı bir şiir geliştirir.

    ‘Hicret’teki şiirler toplamının ana teması; ‘aşk’ ve ‘ülkü’dür. Onda ‘aşk kadında başlar, ama kadında bitmez. Sonsuzluğa, ebediliğe uzanır.’ Çünkü ‘Aşk bir akış demektir, ruhun bir aydınlanışı, dışa doğru yansımasıdır. Bir kaynaktan doğan ve durmaksızın akan ırmağa benzer. İçten gelen bir kaynayış, sevenden sevilene doğru akan bir akış’tır. Açıkçası kadınla başlayan aşk, ilahî olanda kemale erer. Ancak şiirdeki sınırları ayırt etmek de mümkün değildir. Kadından bahsederken birdenbire şiirin alanına bir başka varlık giriverir. Onun şiirlerinde kadın; mükemmellik arayışının ilk adımı olmak itibariyle yer alır. Mecazi olandan yola çıkan şair, ‘Darağacı’ şiirinde; ‘Bir türkü buldurur anmalar seni Sesime uygular sonra yakarım

Kalbim ki sürekli davul solosu
Ve aşkın bedeli candır ölümdür

Saçların aklımın darağacıdır
Saçların ki çeken sona sonsuza

Yıldızlar gözlerin denetler beni
Yıllardır günlerim bir gözaltıdır

Şiirden halılar ayaklarına
Umuttan zincirler ayaklarımda

İçimin zehrini konuşsun diye
Beklerim rüzgârdan haberlerini’ der. Hayat düzeni aşkla bozulmuştur. Davul gibi çarpan bir kalbi vardır artık. Sevgilinin saçları aklında gezinir. Yıldızlarsa, sevgilinin şairi denetleyen gözleri olur. Rüzgârların haber getirmesine umut bağlanır. Bütün bunlar anlatılırken şiirde erotik unsurlara yer verilmez. Şiir; okuru, şairin mensup olduğu uygarlığın kök örneğine götürür.

    Alâeddin Özdenören; ‘ülkü onda, yapay bir haykırış, bir anlık dalgalanma, şiirine sonradan eklenmiş bir yama değildir: şiiriyle birlikte, şiiriyle kaynaşmış olarak içinin peteğinden sızar ve çağın trajiğiyle birleşir. Şiiri kendisiyle bağlantılıdır ve oradan insanın bitimsiz ülkesine uzanır; sabırlı, taşkın, yüklü ve aynı zamanda vahşi. Bu bitimsiz ülkede, ülküsüne şiirleriyle ve şiirine ülküsüyle yol açmak isterken, kendisine eşlik eden varlık sevgilidir. O, dışsal, çekici bir süs değil, varlığının onsuz olunmaz bir parçası gibidir. Şiirinin çileli didinişlerinde yuvalanır ve ülküsel açılımını oluşturur. Onu varlığının derinliklerinde duyar ve anlar. Güzelliği, biricik, kusursuz, bozulmaz güzelliği dile getirmesini sağlayacak imgeleri, benzersiz bir coşku ve yorulmazlıkla kadın gerçeğinden çıkar’dığını söyler.

    Çağ içinde insanın konumu sarsılmış, algıları da körelmiştir. Var olan hayat tarzına tutunmak zorunda bırakılmıştır insan. Yanlışı yaşamakla konumunu kaybeden birey çarpıklıklar içinde dönenmektedir.
‘Şehrin Ölümü’ Erdem Bayazıt şiiriyle ilan edilir. Ölüm gelip kollarına almıştır şehri. Doğa yağmalanmış, şehirse beton yığınına dönüşmüştür. Çarpık şehirleşmeyle yön kaybedilmiştir. Ancak toprağın konuşması demek olan bir depremle kıyımlar durdurulacak hâle gelmiştir. Bundan dolayı M.Akif İnan;

‘Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin
Doğayı çarpıtan konumlarına’ diyerek toprağı konuşmaya çağırır. Toprağın seslenişiyle çarpık şehirleşmenin, yağmalamaların durabileceğini umar.
Bir başka şiirinde de;

‘Betonlar mezardır düşe sevince
Saksılar doğaya özlem eylemi

Şiir bahçemizde gökdelen oldu
Aklımıza nasıl bak gülen oldu’ diyerek betonlaşmadan, gökdelenlerden yakınır. Taşa toprağa sirayet eden, varoluşa yabancılaşmanın absürdlüğünü dillendirir. Düşe, sevince yer bırakılmamıştır yeryüzünde. İnsan, doğaya özlemini saksılarla gidermeye mahkum edilmiştir. Şaire göre; bu mahkumiyetten sıyrılmak imkânsız değildir. Ülküsel bir duruş ve kimlikle zincirler çözülebilir. Yerli düşüncenin ürünlerinden serilmiş bir sofrayla kendine gelebilir insan. Şair;

‘Ve bir sofra gibi sersem önüne
Yerli düşüncenin ürünlerini’ diyerek horlanan, hırpalanan, yalnızlaştırılmakla unutulan insana, fıtrata uygun bir inanma, yaşama biçimine sahip olmayı önerir.
Külli kaderin gerekirlerinden de kaçamaz. Ne geliyorsa ondan bilir. Katlanır buna. Baş üstüne der. Yıkılmışlık bir alınyazısıysa, ona karşı durmaz. Bir teslimiyet hâli içerisinde;

‘Kaçmak mı mümkün mü alınyazımdan
Kaderdir yüklendim yıkılmışlığı’ diyerek ondan gelene razı olur. ‘Ondan ne geldiyse, o ne bildirdiyse, o ne getirdiyse amenna’ deme şuuruna erer. Ölüm konuğu olduğu zaman, duyulanın vicdanın ayak sesi olduğunu anlayan Akif İnan;

‘Ve ölüm konuğum olduğu zaman
Duyduğun vicdanın ayak sesidir’

teslimiyetine ulaşır.


    ‘Hicret’te hissedilen arayış; ‘Tenha Sözler’de bitmiş gibidir. Dolayısıyla “Tenha Sözler’in düşünce dokusunu ‘çağa yenik düşmüş’ insanın ‘mükemmel’e ulaşma serüveni oluşturur.” Yürünülecek güzergâh tebellür etmiştir artık. Şair; içinin çığlıklarını durduracak ‘ballar balını’ bulmuş, ‘kovanım yağma olsun’ demiştir. Necip Fazıl gibi yol oğlu olarak; varıyla yoğuyla bağlanmıştır kurtarıcısına. Bu bağlanışın ardından;

‘Dikenler çalılar güle dönüşür
Bir bengisu yayar nazarlarınız

Güzeller varisi olduğunuzdan
Kokular korosu gülzarlarınız

İlham yağmurları sözlerinizdir
Gök sofrası serer pazarlarınız’ der.

    Onun nazarıyla; dikenler, çalılar güle dönüşür. Onun nazarından abıhayat yayılır. Güzeller varisi oluşundan kokular korosu gül kokusuna evirilir. Sözlerinden ilham yağmurları, pazarından gök sofraları
kurulur. Bereket fışkırır her yandan. Kir pastan arınır insanoğlu. Şair;

‘Senin hatıranla beni her akşam
dünyanın kirinden yuyar yüreğim’ diyerek her akşam yol göstericisinin hatırasıyla dünyanın kirinden yüreğinin arıtıldığını itiraf eder. Bir anlamda da arınmak için bağlanmanın zorunluluğunu gündeme taşır. Yokluğuna dayanamaz onun. Ekler sonra;

‘Bir gün ki anlarsam kayboluşunu
beni cinnetlere soyar yüreğim’

Bulduğunun kayboluşuna yüreğinin dayanamayacağını, cinnetlerce soyulacağını seslendirir.

    Akif İnan; ‘Tenha Sözler’de büyük habercisi ve yol açıcısıyla tanışır ve ona bağlanır. Bu bağlanış kopmaz, sarsılmaz bir bağlanıştır. Çünkü O isterse dağlar göç edebilir. Zamanı aşacak ve yenileyecek, insanları değiştirecek haberin kaynağı odur.’

    Dolayısıyla ‘Tenha Sözler’ toplamındaki şiirler; tasavvufi içeriktedir. Bu minval üzere akışını sürdürür. ‘Haber’ ve ‘Mescid-i Aksa’ şiirleri ise bu kategorinin dışında değerlendirilebilir. ‘Haber’de Osmanlının çöküşü anlatılır. Lüks ve şatafat içersine düşen toplumların er geç çözülüp yıkılacağı dillendirilir. Şaire göre; ‘saraylar, yalılar, köşkler, kubbeler, zindanlar, kuleler, kavuklar, sorguçlar, tuğlar, kelleler, tekkeler, güller, laleler, mermerden kurnalar, altın lüleler’ görkemin, gururun simgesi olmakla birlikte çözülüşün de birer habercisidir.

    ‘Mescid-i Aksa’da ise Müslümanların trajik konumu dile getirilir. Şair; işgale uğramış Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı düşünde ağlar görür. Bir çocuk gibi yalnızlığına ağlıyordur. Geçmiş zamandaki konumunu anımsayarak âdeta iç geçiriyordur. Eşiğinden bir yeraltı nehri çağlayan mescit, mümin dolup taşan günlerin hatırasıyla avunuyordur. Müslümanların ilk kıblesiyken, çevresinde burak dolanırken mutludur. Bunlara bakarak İslam’ın yeniden kendisini kucaklamasını ister. Dayanamaz İslam’dan ayrılığa.

    M.Akif İnan Şiiri; özünde divan ve halk şiirinin imkânlarını barındırır. Şiirinin odağını beyitlerin oluşturmasıyla divan şiirine ilmeklenirken, şekil olarak heceyi kullanmasıyla da halk şiiriyle bağlantı kurar. Anlatım açısındansa yeni olup sürüp gelen bir şiir tarzının kopyası değildir. Mevsimlik heveslerin meddücezrinde nefesleşmeksizin hayatı anlatır. Çağla hesaplaşan, çağı yargılayan bir bilincin aşk ellerinde yoğrulur. Yaşanılan çağı, Müslüman’ca bir duyarlıkla sorgular. ‘Dizi oyunlarla oyalanan insan için, kof sözcüklere güvendiğin yeter’ uyarısında bulunarak;

“Kalk sesime bağlan, sesim ki günde
beş kez yenilenen savaş davulu”dur vurgusuyla vaktin dirilticisine yönelmeye çağırır. İşkencelerle, albastılarla körkütük kötürümleşen insancıkların, evlatları yenik yazılan bu çağa karşı durmasını ister. Şair;
“Gel tımar edeyim seni, bu çağın
bin maraz kaptığın vurgunlarından” ikazıyla, “Üstümüzde yedi sağlam gök bina”
olan sema katlarına tırmanmayı duyurur.

“Çıkagel yeniden savaş vakti kaydolduğun şehit ordularıyla”

Davetiyle de savaşmanın emanetçisi şehitlerin, aziz hatıralarının unutulmamasını seslendirir. “Gel yürü ey çocuk”;

“Tohumlar başında taşır ağacı
Deler besmeleyle damar toprağı”

“O gün gelir erir zulüm zinciri
bir damla kanının denizlerinde” muştusunu verir. Umutsuzluğun kasıp kavuran ölümcüllüğüne daldırmaz insanı.

    Şairin görüş açısını; İslâm uygarlığının insana, tarihe ve hayata yön veren ilkeleri belirler. M. Akif İnan şiiri; İslâm’ın tarihsel, kültürel ve yaşamsal boyutlarıyla iç içe geçerek ilerler. Onun şiirini anlayabilmek için sözü edilen kültürel müktesebata sahip olmak önkoşuldur. Neredeyse bütün şiirlerinde bin yıllık birikimin hülasası vardır.

    Şiiri; imgelerle örülmüş bir şiirdir. Kendini örter, gizler bir noktadan sonra. Anladım dediğiniz anda kapana düşebilirsiniz. Tuzaklar, tehlikelerle doludur. Rasim Özdenören’in ifadesiyle; kendini kolay ele vermeyen, ‘mahçup şiirler’dir. O; ‘Türkçenin bütün imkânlarını kullanır.’ Şiirleri; aşkla, çileyle, ülküyle, protestoyla, kabullenişle, reddiyeyle, umutla, ölümle, zamanla, dostlukla, tarihle, şimdiyle mecz edilmiş şiirlerdir. Bu temalar etrafında şekillenen Akif İnan şiiri; geleneğin ve modern şiirin dünyasından soluklanır. Diriltici bir nefes taşır okura.

    Onun şiirinin “bir ayağı geçmiş edebiyatımızda, öteki ayağı dünya edebiyatında, ama bedeni ile çağın içinde’dir. Kendi ifadesiyle şiirini; “İslâm’ın bütün hassasiyetini, dünya görüşünü, bin yıl içerisinde oluşturmuş olduğu estetik kanunları kullanmaya ama onu içi(n)in süzgecinden geçirerek ona yeni bazı unsurlar eklemeye gayret göstererek kurmaya çalış”ır. Mısraı berceste denilebilecek söyleyişler şiir damarının zenginliğine işaret eder. Geride az sayıda şiir bırakmış gibi gözükmesine karşın yazılması zor olana talip olmuştur.

    M.Akif İnan’ın “bıraktığı şiirler, lirizmin atılım yaptığı kimi dizeleriyle ve bir bütün halinde sahip olduğu ruhla, eşsiz iç huzurları yaşatacak bir dünyanın kapılarını işaret etmeye devam etmektedir.”

    O; “Büyük Doğu”, “Diriliş”, “Edebiyat” ve “Mavera” potasında yetkinleşerek; yön arkadaşlığının, yol arkadaşlığının gerekirlerini Anadolu toprağına ekmiştir. Herkes ondan emanet kalan bu tohumu filizlendirmek ödeviyle sorumludur. “Güzel insanlar, güzel atlara binip giderken” ; arkada kalanlar, ata binmeyi, kılıç kuşanmayı ve “çocuklara güler yüzlü davranmayı” öğrenmelidir.